İklim değişiyor, dünya değişiyor. Soluduğumuz hava, içtiğimiz su, yediğimiz gıdalar giderek daha zararlı hale geliyor. Bunun sebebi ise maalesef bizleriz.

Oysa bu dünya bize miras bırakılmadı, emanet edildi. Bizim inancımız ve kültürümüz bize emaneti sonuna kadar korumayı nasihat ediyor.

Peki ne kadar koruyabiliyoruz?

Düşünüyorum da; şehirlerin ilçelerin geleceği, iklimi, havası, suyu hülasa emaneti büyük oranda yeni seçilen belediye başkanlarında.

Şöyle ki… Alacakları kararlarla sorumlulukları çok fazla.

İmardan, yapılaşmaya,  çevreden, çöpe…

Yeşilden, yoldan, kaldırımdan, sudan aklınıza ne geliyorsa hepsi yerel yönetimlerin sorumluluğunda!

Beş yıl süresince alacağı kararlarla kentlerin geleceği kadar şeffaf yönetim anlayışı önemli ve değerli.

Vatandaş ile sürekli bir bilgi alışverişi içinde bulunmak kentin geleceği için alınacak kararlarda onlarında görüş ve önerilerine başvurmak her iki taraf için bir kazanç olacaktır.

Şeffaf yönetim demişken basından takip ettiğimiz kadarıyla göreve başlayan birçok belediye başkanı, ekonomik yönden nasıl bir belediye aldığını, kime ne kadar borç olduğunu madde madde çıkararak belediye binalarının giriş kısmına asıyor.

Başkanlar böyle yaparak bir anlamda şunu demek istiyor. “Bu borçlar ödeninceye kadar bizden bir şey beklemeyin.” Haksız sayılmazlar.

Böyle zamanlarda hep hatırlarım. 2019 yerel seçimde, seçimi yeni kazanmış bir ilçenin belediye başkanıyla sohbet ederken söylediği şu sözleri hala kulağımdadır.

 “Hüseyin Bey, önceki belediye başkanı arkadaş ramazan ayında tüm mahallelerde 30 gün boyunca verdiği toplu iftar yemeklerinin paralarını bile ödemedi. Seçildikten birkaç hafta sonra yemek şirketi gelip bizden borcunun ödenmesini istedi”

Bu sözleri duyunca içimde tuhaf, tarif edemediğim duygular yaşamıştım.

Neyse…

Tüm yöneticiler, yaptıkları her işin hesabını dünyada iken vatandaşlara ahirette ise yüce yaradana er ya da geç verecekler. Bunda şüphe yok.

Son nefesini düşünerek hareket eden yöneticinin elinden, dilinden asla yanlış kararlar çıkmaz. Fakirin fukaranın, garip gurabanın hakkını korumak ve kollamak onların görevi.

Şehr-i emin olmak kolay değil.

***

Bu kadar girizgahtan sonra asıl yazmak istediğim konuya geleyim.

Hızla artan nüfus ve kentleşmeye eşlik eden iklim değişikliğinin etkileri bugün dünyamız için önemli bir tehdit haline geldi.

Küresel ısınmaya bağlı 2024 yılı bahar mevsimi de kurak geçiyor.

Dün Sarıcakaya’da bulunduğum zaman dilimlerinde bunu hissettik.

Yeryüzü gökten gelecek rahmet yağmurlarına muhtaç.

Bir dönem dillere pelesenk olan Ferdi Tayfur’un “Yine nisan yağmurunda ıslanacağım…”şarkı sözleri hükümsüz.

Neden böyle oldu?

Birçok sebebi var. Geçtiğimiz yüzyıl boyunca özellikle ormanlık ve tarımsal alanlarda meydana gelen tahribat maalesef bu kuraklığın başlıca sebeplerinden bir tanesi.

Özellikle ağaçların kesilmesi…

Ağaç hassasiyetiyle ilgili ülkemizin banisi Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün  şu tarihi ve ders niteliğindeki anısı ile yazımızı tamamlayalım.

“Atatürk, 21 Ağustos 1929 tarihinde İstanbul’dan Bursa’ya gitmek üzere yola çıkar. Ertuğrul yatıyla Yalova açıklarından geçerken sahilde gördüğü ulu çınar O’nu çok etkiler. Tekneyle kıyıya çıkıp ağacın gölgesinde oturan Atatürk, çınarın yanına kendisi için küçük bir ev yapılmasını ister. Ahşap, iki katlı bu ev 22 günde yapılarak 12 Eylül 1929’da tamamlanır. Tam bir yıl sonra 1930 yılının yaz aylarında Atatürk Millet Çiftliği’ndeki köşküne gelir. Köşkün hemen yanındaki ulu çınar ağacının dallarını kesmeye çalışan bir bahçıvan ile karşılaşır. Hemen bahçıvanı yanına çağırarak bunun nedenini sorar. Ağacın dallarının binanın çatısına ve duvarına dayandığını öğrenen Atatürk o meşhur emrini verir: “Dal kesilmeyecek, Köşk kaydırılacak!”

Bu emir üzerine 8 Ağustos 1930 tarihinde İstanbul Fen İşleri Yollar ve Köprüler Şubesinden gelen mimar ve mühendis ekipler tarafından başlatılan çalışma ile köşkün etrafı temel seviyesine kadar kazılır ve temelin altına tramvay rayları yerleştirilir. Güzel ve sıcak bir yaz akşamında Mustafa Kemal Atatürk ile birlikte, kardeşi Makbule Atadan, Vali Vekili Muhittin Bey, Emanet Fen Müdürü Ziya Bey ve Cumhuriyet Gazetesi Baş Muhabiri Yunus Nadi nezaretinde öncelikle köşkün teras bölümü, geri kalan iki gün içinde de ana binanın raylar üzerinde yürütülmesi işlemi tamamlanır ve bina 4.80 m kadar doğuya kaydırılır. Bu olağanüstü ve riskli iş 10 Ağustos 1930 tarihinde tamamlanır ve ulu çınar ağacı kesilmekten köşk de yıkılmaktan kurtulur. Çevre bilinçlenmesi konusunda bir ilk teşkil eden bu olaydan sonra yapının adı “Yürüyen Köşk” olur.

Belediye başkanlarımıza henüz görevlerinin ilk haftalarında “yürüyen köşk” hikâyesinin ölçü olması dileklerimizle…