Terazide bir kese kâğıdı ağırlığı kadar dahi hak geçmesin diye dara alan emmimizin saflığı, samimiyetinden lazım bize...

Dürüstlük, esnaflık, ahilik, bilgi, gördü, adamlık, vicdan sahibi olmak, Allah cc'ı sevmek, korkmak vb. güzel olana dair çok şey var bu karede...

Bakmayın bir kare fotoğraf dediğime... DÜN/ya var burada...

Kaybettiğimiz ve aramaya dahi tenezzül etmediğimiz değerler saklı fotoğrafta...

Bu hassasiyetleri tekrar kazanırsak var yaaaa, ülke olarak çağ atlar, kalkınır, müreffeh, adaletli toplum güçlü bir ülke oluruz inanın...
…/…
Böyle bir paylaşım yapmıştım sosyal medya hesaplarımda…
Beni alıp çocukluğuma götürmüştü, birçoğunuz gibi…

Fotoğraftaki esnaf emmiyi tanımam, keşke tanısam…
Bu emmiyi tanımasam da, ne mutlu ki çocukluğumda benzeri hassasiyetlerde çok emmi, dayı, abi tanıdım…
…/…
Esnaflıkla tanışmamız, ilkokul yılları öncesine dayanır…
Şaka değil bizim kuşak ve öncesinde böyleydi bu!

Gururla ifade ediyorum mesleğe erken yaşlarda başladık bizler…
20 yaşına kadar bir ömürlük çalıştı çoğumuz…

‘Serbest meslek’ derlerdi adına…
O da ne derseniz babanız ne iş yaparsa onun yardımcısı demek bir nevi…

Kimimiz çoban, kimimiz, esnaf, kimimiz terzi çırağı, kimimiz sebzeci, kimimiz simit satardık…
Lakin istisnasız hepimiz çocuktuk…
Deve dişi gibi çocuk adamlardık…
…/…

İbn Haldun’un asırlar önce söylediği ve dillere pelesenk ettiğimiz ‘Coğrafya kaderdir’ arka metninde ne yazar hiç merak etmedik, biz dizilerden öğrenen nesillerden değildik… Övünerek ifade etmeliyim ki biz ve bizden önceki nesiller bu hikâyeleri yazan, yaşayan nesillerdik… İyi ki yaşamışız…
…/…
Diyelim ki dükkân işletiyor babanız…
Soğuk-sıcak, dükkân, çarşı-pazar demeden bu işi yaparsınız kaçarı yok, kimsenin şüphesi de yok, kaçmaya niyeti de, şikâyeti de…

Çıraklıkla başlar hikâyeniz…
Müşteri karşılama, Güleryüz, tatlı dil öğretilir size…
Elbette ki tertip, düzen, temizlik, büyüğe saygı, küçüğe sevgi, yaşlıya hürmet vb. yazılı olmayan kuralları öğrenmekle başlar esnaflık…

Kitaplarda yazmaz, babanız, abiniz ve diğer esnaf komşularınızdan öğrenirsiniz bunları… Hemen herkes bir şeyler öğretir…

‘Bereket versin’ dersiniz her sattığınız ürün sonrası…
‘Bereketini gör’ sesini duyarsınız istisnasız…
Bu sözler ve bereketle büyüyen nesillerin işlemiştir içine, çıkmaz bir ömür boyu…
…/…
Sebzeciyseniz boyunuzdan büyük kasalar kaldırır, kavun-karpuzları siler, dükkân işletiyorsanız rafları dizer ki çok görünsün diye arkası boş olsa da görünür kılmak için uğraş verirsiniz…

Çay ocağı işletiyorsanız askıcılıkla başlar hikâyeniz…
Askıyla, tepsiyle başlarsınız çay dağıtmaya…
Sonradan 1, 2, 3 derken 4 çay bardağını tek elle taşımaya başladığınızda kocaman bir aferin alırsınız… Tabi bardağı taşırıp şekerleri eritmeden…
İşte işi sevdirmek, işe bağlamak böyle olur…
Marifet iltifata tabi, iltifatsız meta her daim zayidir…
O yüzden kim ne yapıyorsa destek verilirdi, eskiden…

…/…

‘Ocakçı’ diye ifade edilen kişiler genelde tecrübeli büyüklerinizden olur… Çizgi film gibi pürdikkat izlersiniz... Çay demlerken sanırsın evladıyla ilgileniyor…

Merhum babam çay ocağı işletirken 2-3 farklı marka bilinen çay aldırır ‘harman’ yapardı…

Evet, çayın bile demlenmeden önce harmanı olur, bilir bizim çocukluğumuzda çaycılık yapanlar… Sabahtan okunan gazete kâğıtları akşam masalara serilir, 2 farklı çay azar azar dökülür, sonra çok ufalamadan, zedelemeden elle karıştırılırdı… Daha sonra karışım paketlere konulurdu… Emek vardı, emek… İnanın şu an bile babamın çayları karıştırması gözümün önünde, keşke o karıştırsa bir ömür bizlerde o ve onun gibi deve dişi gibi esnafları adamları daha fazla izleseydik…

Çayları götürüp takdim etmek, sunmak bile başlı başına bir işti… Öyle uzaktan göründüğü gibi götür masaya saksı gibi koy olmazdı öyle… Sol elinizde tepsi varsa kim ne istemişse teker teker sorar sağ elinizle dağıtırdınız… Cin parmağınızı masaya koyar yavaşça müşteriye ve/veya misafire sunardınız… İşte bu denli ince işçilik isterdi bu meslekler…
…/…

Simit satarken de, manifaturacı, bakkal, eczane, terzi, kalaycı, ayakkabıcı, tamirci vb. çırağı ve kalfasıyken de her işe özgü incelikler vardı, gördük hepsini…

Çalışmayı, işe saygıyı, kişiye sevgiyi, görgüyü, zarafeti, nezaketi, letafeti, örfü, âdeti, azmi, sebatı, ahiliği, inancı, töreyi buralarda öğrenmiş birçoğumuz farkında olmadan…

‘Sebat’ kelimesi bile unutuldu gitti, diğerleri gibi…

Şaka değil, daha fazlasını öğrendi geçmiş nesiller inanın…
…/…
Diğer yandan da birçoğumuz türlü travmalara, zorluklara, yorgunluklara rağmen iliklerine kadar sokaklarda oyunlarını da oynadı, çocukluğunu da yaşadı…

Bizi çocukluğumuza götüren fotoğraf karesinde ki emminin bir karede yazmış olduğu koskoca kitaptır, okuyabilene…

Terazi, kantar, ölçü tartı hassasiyeti de o dönemlerde bu emmiler tarafından öğretilirdi… Merhum babam terazi, kantar kullanmaya başlamadan evvel ‘Oğlum, asla ölçü tartıda hile yapma, sattığın hangi ürün olursa olsun ağdıracak, alan tarafına fazla fazla tartılacak, bunu unutma’ derdi… Anlattığı hikâyeler hala çınlar kulaklarımda… Satın alanlarda zaten hısım, akraba, ya da diğer esnaflardı… Öyle olunca hile, hurda, sahtekârlık, adam kandırmaca olur mu? Olmaz elbet, olmazdı da…

Ne kimse süte su karıştırırdı, ne de at, eşek, hınzır kesilirdi… Ne çürük domates kese kâğıdına girerdi, ne de terazide hile hurda olurdu… Yapanlar dışlanacağını, esnaflık yapamayacağını bilirdi…

Peki ya şimdiler de öyle mi?
…/…
Ne bakkal kaldı, ne çakkal…
Birçok yere çöktü çakallar…
Ne köy kaldı, ne belde, herkes bir gece de Kent’li oldu…

Küçük esnaf öldü, 3 harfli marketler, avm’ler sardı dört yanı…
Ne ‘bereket versin’ diyen kaldı, ne de ‘bereketini gör’ diyen…
Herkes sessiz sessiz alışverişini yapıp, kredi kartıyla ‘DIIT’ sesini duyduktan sonra sessizce çekip gidiyor…
Ne beti kaldı, ne bereketi ki çok uzun mesele…
…/…
Bu yazı çok uzar, dönelim bugüne…

Çocukluğumuz yazdıklarımızın çok ama çok daha fazlasıydı inanın…
Bugünün penceresinden anlatmak hiçte kolay değil elbet!
Kendim dâhil şikâyet edeni ne gördüm ne duydum…
Bir iki istisna dışında çoğu da adam gibi adam oldu…
O çocuk adamlar büyüdü, her biri bir baltaya sap oldu…
Kitaplar dolusu hikâyesi vardır dolu dolu…
Çocuk adamlar vardı eskiden, şimdi büyüdü ise deve dişi gibi adamlar…
Şimdinin esnaf adamlarının birçoğu ise çocuk gibi halen!

Yazımızın başında ifade etmiştim ya,
‘Terazide bir kese kâğıdı ağırlığı kadar dahi hak geçmesin diye dara alan emmimizin saflığından, samimiyetinden lazım bize... Bu hassasiyetleri tekrar kazanırsak var yaaaa, ülke olarak çağ atlar, kalkınır, müreffeh, adaletli toplum güçlü bir ülke oluruz inanın...

Kurtuluş ve hikâye tamda burada!
Ves’selam
Devam edecek…