Dünden devam

HAYDAR ÇELİK hala düzenin değiştirilebileceğinden umutlu. Ben de öyle bir durum yok.  Tarihsel diyalektik, bunun en büyük kanıtı.

Var olan “sosyalist” düzenlerde “kelaynak kuşu”  gibi kalmış. Küresel dünya da yalnızlaştırıldılar...

Türkiye’de elbette çok kıymetli aydınlanmacı sol düşünürler, sosyalistler vardı. Onlar bir avuç olmasına rağmen etkili oldular.

Her dönemin kendi konjonktürel diyalektiği çalışır. Ne tepeden inme sosyalizm kurgulanabilir nede proleter ya diktatörlüğü kurula bilinirdi..

Çünkü arkadaşlar kendilerinin ellerine verilen kitapları, dergileri okuyorlardı. Bir çoğu ömründe ne bir roman, ne bir hikaye okumuşluğu vardı..

Nede Osmanlı ve Türkiye tarihini biliyorlardı..

16 yaşlarında ne bileceklerdi? Transistörlü radyolar yeni devreye girmişti.

Siyah beyaz TV’ lerin yayınlarını çok kısıtlı bir kesim izleme şansı vardı..

Çünkü UMUT en büyük kandırmacadır. Fakirin simididir susamlısını bulursa ter.

Sonsuz zaman ve mekân ilişkisi içinde eylemsizlik momenti..

Çağımız, aslında eski kavramlarla açıklanamayacak olan post modern bir anarşizmin içinde.

Üretim ilişkileri değişmiş. İleri ülkelerdeki endüstri üretiminde insan gücü % 30 lar a kadar gerilemiş. Yapay zeka artık her yerde.

O zaman “pazı” gücüne gerek kalmayacak..

O halde yeni Marksist analize ihtiyaç var. 1890’ ların, 1945 lerin, 1960’ ların, 1970, 1980,1990, 2020 lerin bakış açısı ile bu günü değerlendirmezsiniz.

2050’ de neler olabilir ve üretim ilişkilerinde ekonomik tablolarda neler olabilir. Bu süreç içinde küresel entelektüel finansal piyasalarda neler olabilir ve ardı arkası gelmeyen yüzlerce sorular..

Çağdaş şehir diye övgü ile bahsettiğimiz Eskişehir’ imiz de açık bir tartışma platformu yok. Fikir kulübü yok. Fikri olanda yok. Herkes  fikrim var diye çok biliyor numaraları çekiyor ve açık tartışmalardan, yüzleşmelerden bu nedenle kaçınıyorlar..

Çünkü o zaman fikri kalibreleri ortaya çıkacak. Korkuyorlar bilgili birikimli, insanlardan..

O zaman kendilerinin ne kadar bomboş “Karamürsel sepeti” gibi bom boş biri olduğu ortaya çıkacak, İşte bundan çekiniyorlar.

İşi, demagojiye ve polemiğe bağlıyorlar.

Neyse, Haydar kardeşimizin “dikenli yollarından geçtiğinin hikâyesi”  böyle. İçinde kendimizle özdeşlik kurduğumuz onlarca hikâyeler var. Zaten herkesin dikenli bir yol hikâyesi vardır.

Sonuçta aynı toplumda yaşıyoruz.

GENÇLİĞİN ALGILARI ÇOK FARKLI

Yeni gençlik farklı. Algıları farklı… Onlara Z kuşağı falan demeyin. Onları kodlamayın. Bırakın özgürlüğü savunsunlar. Fikirlerinden korkmayın..

Elbette emperyalizm olacaktır. Ama en sonunda emperyalizm yeniden dünyayı resetleyecek ve herkesi köleleştirecek, onlara nefes alacağı bir tüketim için maaşı verecektir. Çünkü dünyanın mülkiyeti onların olacaktır.

Her şeyi onlar denetleyecektir…

+++++

En güzel köşe yazısını Tarık Sayer abimiz yazmış..

Diyor ki, en çok hırpalanan kuşak!..

“78 kuşağı”, aynı zaman aralığında doğmuş, benzer olayları yaşamış; bunların etkisini az veya çok taşıyan bir nesli ifade eden kuşak tanımlamaları arasında sadece Türkiye’ye özgü olanıdır. Bu kuşağın öncülü olan bizim “68 kuşağı” dünyada iz bırakmış bir gençlik hareketi iken, Türkiye dışında “78 kuşağı” olarak tanımlanan bir kuşak kimliğine rastlanmaz.

78 kuşağı, devletin derin güçleri tarafından en çok hırpalanan kuşak oldu.

68’lilerin devrimci mücadelesinin tüm intikamı adeta bu kuşaktan alındı.

Çok doğru bir tespit..

 Ali Haydar Çelik kitabında, sol örgütlenmelerin, idamların, işkencelerin, sakat kalanların, sokakta gördüğü arkadaşlarının selamını bile korkudan alamayanların, namlunun ucundaki genç yaşamların Eskişehir özelindeki yansımalarını isimlerle anlatarak Eskişehir solunun bir kesitini belgeli hale getirmiş.

TANIM YANLIŞLIKLARI İLE DOLU BİR SOLCULUK ANLAYIŞI VAR..

“68” liler sosyalist sol açısından kurucu kuşak olarak hâkimiyetlerini hissettirirken, ’78’liler daha çok iç tartışmaları, hesaplaşmaları, kavgaları, acılarıyla anılır.

78 kuşağının yaslı, kavgasını tüketmemiş, özlem yüklü bir kuşak olduğu sıklıkla ifade edilir. Onlarca kliklerin-fraksiyonlar bu dönemde kurulmuş.  Bugün bile veda edilemeyen bir geçmişin yeniden ve farklı biçimlerde, bir kuşak bütünü etrafında sahiplenilmesiyle, adalet ve geçmişle hesaplaşma talebinin bir mücadele teması haline geldiğine tanıklık ediyoruz.

Kimi zaman nostaljik bir hatırlama, kimi zaman “melankoli hafızada” kendini hissettirirken, bir yandan da ’78’lilik kimliği etrafında bir tanınma mücadelesi devam ediyor.”

Sosyalist bir mücadelenin  “Nostalji ve melankolinin gelgitlerinden” geriye kalana bakıyor. Sol’un temel başarısızlığın nedeni ise, sosyalist düşüncenin tarihsel süreci içinde kavramadan, neden, sonuç ilişkilerinin diyalektik analizini yapmadan, ezberlenmiş doğmalarla hareket eden bir küçük burjuvaların kendilerini “sosyalist devrimci”  olarak sanmasıyla başlayan bir süreç var… Üretim ilişkilerini ve tüketim ilişkilerini en son 24 Ocak kararları ve 12 eylülcü askeri düzenin neo-  liberal politikaları belirledi.. En sonunda AKP gibi bir sözde muhafazakâr –Amerikancı hibrit partiyi iktidara taşıdı…

Türkiye’nin yakın geçmişine baktığınızda karşınıza iki kuşak çıkar. Genç ve yaşamın başında büyük mücadeleler vermiş ve bu mücadeleler sırasında yaşamlarını yitirmiş iki kuşak. Cezaevlerinde yatmış, işkenceler görmüş, inandıkları ve savundukları uğruna büyük acılar çekmiş iki kuşak; 68’liler ve 78’liler…

Aslında iki arada, bir derede kalan 71-72 liler de vardır. İki kuşak ortası. Onlar da akılcılık yapalım derken devletin karasularında kaybolup gittiler!..

Şimdi ise siyasette bir demokrasi tiyatrosu var. İçinde kumpaslar, dini inançlar, tarikatlar, hırsızlar, soyguncular mafyalar dâhil her şey var.

Birde yurdunu sevenler var..