Son aylarda sokakta, markette, toplu taşımada, hatta sosyal medyada bile aynı sessizlik dolaşıyor: Kimse eskisi gibi harcamıyor. Fakat garip bir şekilde kimse bunun adını da koymuyor. Büyük ekonomik tartışmaların gölgesinde, görünmez ama giderek büyüyen bir davranış değişikliği var: Sessiz tasarruflar.
Bu sessizlik, yalnızca bütçelerin daralmasından değil; gelir dağılımındaki derin adaletsizlikten besleniyor. Toplumun bir kesimi hayatını idame ettirebilmek için boğazından kısmaya çalışırken, diğer kesimi fiyat artışlarını bile fark etmeyecek kadar refah içinde yaşıyor.
Aynı market koridorunda yan yana geçen iki kişi, aslında iki ayrı ekonomide yaşıyor: Biri etiketlere bakmadan alışveriş yaparken, diğeri sepete koyduğu her ürünü zihninde çarpıp bölüyor. Aralarındaki fark yalnızca gelir farkı değil; aynı hayata dair duydukları güvenin farkı.
Bu adaletsizliğin en derin yarayı açtığı kesim ise emekliler.
Çevrenizde emekli varsa ki mutlaka vardır. Bir halını hatırını sorun.
Geçtiğimiz gün emekli bir vali tanıdığımdan duydum. 16.800 TL aylık maaş alan bir emekliden bahsetti.
Bugün ki şartlarda bu maaşla nasıl geçiniyorlar.
Bence bu durumdaki milyonlarca emeklinin durumu üniversitelerde doktora tezi olacak nitelikte.
Bir ömür boyu çalışıp üreten, bu ülkenin çarklarını döndüren insanlar bugün düşük emekli aylıklarıyla bir ayı nasıl çıkaracağını hesaplamaktan başka bir şey yapamıyor. Bir zamanlar torununa harçlık vermenin gururunu yaşayan büyükler, şimdi ay sonu geldiğinde market raflarına “uzaktan bakma” alışkanlığı edindi.
Emeklilerin bu sessiz geri çekilişi, toplumun hafızasında öyle ağır bir iz bırakıyor ki, aslında bu ülkede üretmenin, çalışmanın, emek vermenin karşılığının neye dönüştüğünü de sessizce gösteriyor.
Ve elbette, fotoğrafın en karanlık bölgesinde yoksulluk sınırının altında yaşamaya çalışan milyonlar var. Resmi rakamlara göre dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 28 bin Tl.
Aynı şekilde dört kişilik bir aile için 88 Bin TL.nin altında geliri olan aileler yoksulluk sınırının altında yaşıyor.
Bu rakamları önümüze koyduğumuzda bu ailelerin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi sizce mümkün mü?
Bundan birkaç hafta önce çocuk hastalıkları uzmanı olan bir tanıdığımla sohbet ederken son zamanlarda polikliniğine gelen çocukların yeterli beslenememesinden dolayı gelişimlerinin istenilen boyutta olmadığını anlatmıştı.
Neyse…
Aileler için tasarruf bir tercih değil; bir yaşam biçimi. Aynı pantolonu yıllarca giymek, haftanın üç günü makarna tüketmek, faturaları gün gün ertelemek, evdeki ışığı erken kapatmak… Bunların her biri, başka insanların “ufak fedakârlık” dediği ama onların hayatta kalma stratejilerine dönüşmüş davranışlar. Acı olan ise şu: Bu görünmez insanlar artık gündemde bile değil. Oysa onlar ülkenin en kalabalık sessizliği.
Tüm bu tablo, ekonomik bunalımın yalnızca grafiklerle, faiz oranlarıyla, bütçe hedefleriyle açıklanamayacağını gösteriyor. İnsanların davranışlarında saklı olan bir bunalım bu—yüksek sesle değil, küçük hayatlarla hissedilen bir tür kırılma.
Artık insanlar tasarruf kararı almıyor; tasarruf davranışı gösteriyor. Evde yapılan ekmekler, ertelenen tatiller, yenilenmeyen telefonlar, “bu ay dışarıda kahve içmeyelim” cümlesi… Bunların hepsi, ülkenin ortak psikolojisinin küçük ama güçlü işaretleri. Çünkü tasarruf, yalnızca para eksikliğinin değil, geleceğe duyulan güvensizliğin de bir dışavurumu.
Asıl mesele şu olabilir: Bir toplum, sessizce kısmaya başladığında yalnızca harcamalarını değil, umutlarını da küçültür. Bugün milyonlarca kişi yoksulluk sınırının altında hayata tutunmaya çalışırken, bütçeden önce umutlarını korumaya çabalıyor. Para kaybı bir şekilde telafi edilir; ama umut kaybının geri dönüşü daha uzun, daha sancılıdır.
Belki de bu yüzden bu sessiz tasarruflar, bugün ekonominin en yüksek sesli gerçeği hâline geldi.
---------
Üzerimizde büyük emekleri olan ,bizleri yetiştiren öğretmenlerimizin gününü kutluyorum.