Sonbahar… Hüzünle huzurun birbirine karıştığı mevsimdeyiz dostlar.
Ağaçların sarıya, kızıla, kahverengiye boyandığı; yaprakların rüzgârla dans edip toprağa kavuştuğu zaman dilimi Ekim ayı. Çok severim.
Ekim ayı, işte bu sessiz vedaların tam ortasında gelir. Altın sarısı yapraklar birer birer toprağa düşerken, insanoğlunun da yaşlanınca toprağa dönüşünü hatırlatır bana.
Geçtiğimiz günlerde, öğle arasında Botanik Park’ta yürüyüş yaparken rastladım bu manzaraya. Yanından geçtiğim, yaprakları altın sarısına dönmüş bir çınar ağacı sanki hüzünle baktı yüzüme.
Hafifçe esen serin bir rüzgâr, o sarı yaprakları sessizce dalından koparıyor; her biri, yere süzülürken sanki zamanı yavaşlatıyordu. Renklerin ahengiyle dolu o an, bir tablo gibi kazındı hafızama.
Biraz ileride, sonbahara inat hâlâ yemyeşil kalan bir asma dikkatimi çekti. Dallarına tutunmuş birkaç yaprak, sanki “henüz bitmedi” dercesine rüzgâra direniyordu.
O an düşündüm; kâinatın ihtiyarlık hâlidir aslında Ekim… Her şeyin yavaşladığı, doğanın içine çekildiği, insanın da kendi sessizliğine döndüğü bir dönemdir.
Ama Ekim yalnızca vedaların ayı değildir; aynı zamanda başlangıçların, umudun da ayıdır. Çünkü Ekim, tohumun toprağa düştüğü aydır.
Botanikte yürürken zihnim, bu duygu sarmalında bir yolculuğa çıkardı beni. Tam da bu mevsimde, sonbaharın dingin sessizliğinde.
Bir anda kendimi Dörtkonak köyümün topraklarında buluyorum. Dağlardan esen serin rüzgâr yüzüme dokunuyor, uzaklardan gelen koyun sesleri çocukluğumun sesleriyle birleşiyor. Anılar yakamı bırakmıyor; sanki her taşın, her ağacın dili var da bana geçmişi fısıldıyor. Elimde değil… O günlerin sıcaklığı, annemin sesi, köyümün kokusu yüreğime yeniden doluyor.
Ekim ayı ortası…Rahmetli babamla birlikteyiz. Fındıklı mevkiindeki tarlamızda, bir çift öküzün çektiği kara saban toprağı ağır ağır yarıyor. Babam, sırtındaki gözleri buğday tohumu dolu heybeden avuç avuç buğdayı toprağa serpiştiriyor. Ekim ayının o serin sabahında, tohumla toprağın buluşmasına tanıklık ediyorum.
Çocuk yüreğimle babama yardım etmeye çalışıyorum. Sapanın koluna sımsıkı tutunmuş, yorgun ama huzurlu bir çabayla tarlayı sürüyoruz. Öküzlerin adımlarıyla birlikte toprak nefes alıyor; havaya karışan nemli toprak kokusu, o anı unutulmaz kılıyor.
Annemin azık olarak çantamıza koyduğu köy mahsulü; kuru ekmek, peynir, tereyağlı kuru yufka böreğinin tadı hâlâ damağımda. O sade ama bereketli lezzet, tarlanın ortasında güneşin altında yenilen en güzel sofraydı.
Zaman işte… Ne kadar uzak görünse de o günler, bir rüzgâr esintisiyle yeniden canlanıyor belleğimde; hem kokusuyla hem tadıyla, çocukluğumun en saf anılarını taşıyor içime.
Toprak soğumaya yüz tutsa da, içinde yeniden dirilmenin sırrını saklar. Atılan her tohum, karlar altında sabırla bekler; baharın ilk ışığında filizlenmek için nefes alır. Ekim, doğanın susarken bile gelecek için hazırlık yaptığı aydır aslında.
Köylerde Ekim ayı, hareketin hiç eksik olmadığı zamanlardandır. Kadınlar kışlık erzak telaşındadır; tarhana sergileri kurulur, erişteler kesilir, turşular kurulup raflara dizilir. Kavanozlardan sirke kokusu, tencerelerden kaynayan pekmezlerin buharı yükselir. Kuşburnu marmeladı yapmak için verilen emekler hiç unutulur mu?
Bir yanda tarlada son sürüm yapılır, diğer yanda soba bacaları onarılır. Her şeyin bir amacı, bir vakti vardır köyde. Çünkü herkes bilir ki kış kapıdadır; hem toprağın hem insanın hazırlıklı olması gerekir.
Köy meydanlarında çocuklar son defa açık havada top koşturur, yaşlılar bazen kavak ağacının döktüğü yapraklara bazen de ayva ağacının dallarına bakarak “bu sene kış sert geçecek” diye tahminde bulunur.
Dağlardan esen serin rüzgâr, tarladaki son mısır püsküllerini savururken, köyün üstüne bir dinginlik çöker.
Ekim, doğanın sesini kısmadığı ama tonunu düşürdüğü bir aydır. Gürültünün yerini çıtırtılar, koşuşturmanın yerini ağır adımlar alır.
Toprakta her düşen yaprak, aslında yeni bir hayatın habercisidir.
Ekim ayı bize şunu öğretir: Her dökülüş bir başlangıçtır.
Tohum toprağa düşmeden filiz vermez, yaprak dökülmeden tomurcuk yeşermez, insan da kimi zaman yıkılmadan yeniden doğmaz.
Neticede Ekim, umutla direncin harman olduğu bir mevsimdir.
Toprağa düşen tohum, rüzgâra savrulan yaprak, karın altında bekleyen filiz… Hepsi bize aynı hakikati fısıldar:
“Hayat, düşerken de çoğalır.”