Dilimizde ‘sanmak’ kavramı, ‘Herhangi bir şeyin zihinde kurulduğu gibi gerçekleştiğine inanmak; zannetmek, zanneylemek’, ‘Tahmine dayanarak hüküm vermek; farz etmek’, ‘Bir şey veya kimsenin ….. olduğunu düşünmek; bellemek, bilmek’ anlamlarıyla kullanılıyor.

‘Sanmak’ ile ilgili aklıma ilk olarak ‘kendini olduğundan çok önemli, değerli görmek’ anlamıyla kullandığımız ‘kendini bir şey sanmak’ deyimi gelir. Çevremizde kendini bir şey sananların çokluğu canlanır gözümün önünde. ‘Yüceleşmeye çalışan cüceler’ der, geçerim hemen bunlara.

Cahilleri, okuması yazması olmayanları pek güzel anlatan ‘Elifi görse mertek (direk) sanır’ ifadesini sık kullanırım. Kara cahiller, zır cahiller, cahillik etmeyi bir türlü bırakamayanları anlatan ‘Elifi görse mertek, mimi görse çomak sanır.’ ifadesi gelir hemen aklıma.

Bunlardan ayrı olarak bölgemizde sık kullanılan ‘sanısız’ kavramı çok etkiler beni. Bu kavramın mahallî ağzı özelliğiyle kullanımı şöyle:

sanısız : 1. Edebi, terbiyesi eksik olan 

[Sanırsızın bi(r) o. Ondan bizim eve gelin olmaz; dıkgat edin.] 

2. İzansız, düşüncesiz [U(ğ)raşmayın şu sanısızınan; bildi(ğ)inden vaz geçiremezsiniz, dedi(ğ)ini bilir yalınız o.]

Evet. Böyle işte.

Birbirimizle ilgili ne varsayımlarda bulunduk. Hakkında/haklarında neler neler düşündük. İlle de sandık. Zannettik. Birbirimizi ne/ler sandık ne/ler…

Kimiz zaman şaşırdık kimi zaman şaşırttık. 

Şaşkınlıklar bize neler yaptırdı neler. Şaşkınlığımız bazen pişmanlık oldu, bazen küskünlük, bazen sabır, bazen de suskunluk…

Kendimiz gibi sandık. Planlarımızı paylaştık, aldatıldık. Oyun içinde oyunları gördük. Oyuna getirildik. Derman olur diye derdimizi döktük; yanıldık.

Kendimiz gibi bildik. İçimizi açtık. Pişman olduk. Gönlümüzü açtık. Perişan olduk.

İnsanın kolay kolay değişmeyeceğine inandık. 

Değişmenin şartlara bağlı olduğunu yaşayarak öğrendik.

Yükseldikçe sevenimizin düştükçe bizi satanlarımızın arttığına şahit olduk.

Dost sandıklarımızdan sırtımızı sıvazlayanların bıçaklayacak yer aradıklarını da öğrendik zamanla.

Bilemedik hangisi doğruydu, hangisi geçerliydi, hangisi geçerli…

Geçip gitti ömrümüz.

Saymadık, sayamadık doğruları da yanlışları da. 

Doğrumuza yanlış diyenler daha çok oldu. 

Yanlışlarımızın doğru da olabileceğini hiç düşünmediler. ‘Taşıdığımızı dağın büyüklüğüne değil de attığımız taşın büyüklüğüne” baktılar hep. 

Biz kimi ne sandık, birileri bizi ne sandı? Hesap etmeye çalışsak da başaramadık bunu. Hesaplarımız denk gelmedi bir türlü. Bu hesaplarımız yeni yeni hesaplara yöneltti bizi. 

Sandığımız gibi olmayan mı çoktu, sandığımız gibi çıkmayan mı çoktu bilemedik.

Hesap içindeki hesaplar, çözdükçe dolaştırdı içimizi.

Adam sandıklarımızın adam olmayışı bizi adamlardan uzaklaştırdı.

Ayakta kalmaya çalıştık hep.

Su-i zandan uzak durduk durabildiğimiz kadar.

Sıkıştığımıza. ‘empati, adalet, merhamet, insan sevgisi’ kavramları yetişti imdadımıza.

Yunus Emre’nin aşağıdaki dörtlüğü kılavuzumuz oldu hep:

Sen sana ne sanırsan 

Ayruğa da onu san 

Dört kitabın manası 

Budur eğer var ise

..

Evet. Sanısız olmadık.

Öyle sandık da yanıldık mı!