Kendi hakkımız saydığımız bir şeyi artık istemez olmak hâline, eskiden beri yapmakta olduğu bir şeyi artık yapmaz olmaya, niyetimizden ten veya kararımızdan dönmeye ‘vazgeçmek’ diyoruz.
‘Vazgeçmek, vazgeçebilmek, vazgeçmeyi bilmek’ sizler gibi benim de zihnimi hep meşgul eder.
Tercihlerimizi, hayat tarzımızı belirler bu kavramlar belli bir yerde.
Vazgeçmenin belki de en hoş şeklini Emirdağ Türküsünde çığırırdık gençlik yıllarımızda:
‘Gara gayfe(yi)dim gaynadım coşdum
Ülbüklü bardakdan buzlu su içdim
Havasıdım emme ey nazlı yârim
Anayın lafını duydum vazgeçdim’
Hepimiz bir şekilde bir şeyden bir sebeple vazgeçiyoruz işte.
Vazgeçtiklerimiz mi vazgeçemediklerimiz mi vazgeçmek isteyip de beceremediklerimiz bizi daha çok mutlu ediyor bilemiyorum.
Mutluluğun vazgeçmekte olup olmadığını olaylar ve şartlar belirliyor elbette.
Gerektiğinde bazı şeylerden vazgeçmenin hep faydamıza olduğu gerçeğini hepimiz çok iyi biliyoruz kesinlikle.
Endişe ve saplantıların zihnimizi kötüye yönelttiğini, bundan vazgeçmek gerektiğini de hepimiz biliyoruz şüphesiz.
Hâl böyle iken ‘Nelerden vazgeçmelisin?’ diye bana sorulsa aklıma ilk gelenler şöyle: ‘Bağımlılıktan, başkalarını etkilemek ihtiyacından, başkalarını suçlamaktan, başkalarının beklentilerine göre yaşamaktan, daima haklı olma ihtiyacından, değişime direnmekten, kendimi suçlamaktan, kontrol etme ihtiyacından, korkularımdan, kötü alışkanlıklarımdan, mazeretlerimden, şikâyet etmekten …’ derim hemen.
Siz bunları daha da çoğaltabilirsiniz eminim.
Bazen pas geçiyoruz, bazen peşini bırakıyoruz, bazen sözümüzü yiyoruz, bazen yola geliyoruz ve vazgeçiyoruz.
Taviz veriyoruz, tüfeği duvara dayıyoruz, yelkenleri suya indiriyoruz, yola geliyoruz bazı kere.
Lafımızı yiyoruz, meydanı bırakıyoruz, sözümüzü geri alıyoruz, yelkenleri suya indiriyoruz bazı zaman.
İnsafa gelip vazgeçtiğimiz, kafamızdan atıp vazgeçtiğimiz de oluyor birçok kere.
Dönüşü olmayan yola giriyoruz, fedakârlık ediyoruz, feragat ediyoruz, geri adım atıyoruz, geri çekiliyoruz arada sırada.
Arada bir el çekiyoruz, el yıkıyoruz, eteğimizdeki taşı döküyoruz.
Aklımız sonradan başımıza geliyor, aradan çekiliyoruz, arkasını bırakıyoruz, çark ediyoruz bazı zaman.
Arının dikenini görüp balından el çekmesine dönüyor yaptıklarımız kimi zaman.
Zaman zaman burnumuz sürtülüp öyle vazgeçiyoruz.
Yerli yerince ya da teri geldiğince can kaygısına düşüp öyle geri adım atıyoruz.
Ara sıra gururumuzu ayakaltına alıp öyle yüz çeviriyoruz.
Çoğu zaman korkulu düş göresiye uyanık yatalım deyip cayıyoruz.
Tamam vazgeçelim de düşünerek. Vazgeçelim de bilerek, anlayarak. Vazgeçelim de kavrayarak…
İstediklerimize ulaşacakken, elimizi uzatsak alabilecekken vazgeçmenin anlamı da yok değeri de elbette.
Atasözümüzde belirtildiği gibi Âlemin pirinci için kendi bulgurundan vazgeçmeyelim aman.
İşin kolaylığına bakıp kararlılıktan vazgeçmeyelim, arkada kötü iz bırakılmayalım aman.
Küçük menfaat için büyük menfaat kaynağından vazgeçmeyelim aman.
Niçin vazgeçtiğimiz, sevmediğimizden mi yorulduğumuzdan mı vazgeçtiğimiz, vazgeçmeyi tam bilip bilmediğimiz de ayrı bir yazı konusu tabi.
Ne dersiniz, aşağıdakilerden vazgeçebilir miyiz?: Çok beklentili olmaktan, ertelemekten, geçmişe takılıp şimdiye kaçırmaktan, gereksiz yere uğraşmaktan, her şeyin mükemmel olmasını istemekten, insanları memnun edebilmek için sürekli çabalamaktan, isteklerin fazlalığından, negatif konuşmaktan, kendimizden çok başkalarını önemsemekten, kısa yoldan başarılı olma hayalinden, kin tutmaktan, kışkırtıcı bir dil kullanmaktan, kontrol edemediğimiz şeylerle uğraşmaktan, sevmediğimiz bir şeyi hatır için yapmaktan, sürekli şikâyet etmekten, tembellikten, yargılayıcı olmaktan…
Evet; ekleyebilir misiniz başka vazgeçeceklerimizi?
Onlardan da vazgeçelim mi?