Yaşadığımız şehirleri, doğduğumuz ve dahi doyduğumuz ilçeleri, beldeleri, köyleri, cadde ve sokakları şöyle bir hayal edin lütfen…


Günümüzden geçmişe bir yolculuk yaptığınızı düşünün… O yörenin ruhunu hissettiğinizi, anavatanınız çocukluğunuza gittiğinizi, sevdiklerinize kavuştuğunuzu, yamalı pantolon, yırtık gara lastiklerle koştuğunuzu hayal edin… Ana, baba, ebe dedenizi hayal edin mesela… Tüm güzelliklerin önünüze serildiğini düşünün… Ne kadar güzel olur değil mi?


Ve gerçek olana AN’a tekrar dönelim… Tüm bu güzelliklerin yanı sıra, yaşadığımız çağda /yörede dalkavukluğun, soytarılığın, yalakalığın, yalamalığın arşa çıktığını, artık sınır tanımadığını da üzülerek göreceksiniz…


Göz göre göre hırsızlık yapıldığını göreceksiniz mesela, ‘çalışıyor emme, birada o yisin’ kabulü ile çaresizliği, acınacak insan cesetlerini görecek, sustuklarına şahit olacak hatta alkışları duyacaksınız… Biz ne ara böyle olduk diyeceksiniz belki!


Kastım gönül gözünün açık olması değil (keşke olsa) emin olun çıplak gözle baktığınızda bile önünüze serilecek tüm bu çirkef gerçekler…


Dünyayı, ülke gündemini, dolaştığımız yöreleri, doğduğumuz ve dahi doyduğumuz toprakları, kendimizi bildik bileli gözlemleriz…


Geçmişten günümüze kaynak olması babında, anı anlama/yaşama sevgisi, gördüklerimizin geleceğe yansıma ve sirayet etme kaygısıyla, etraflıca notlar alır, videolar çeker arşivleriz…


Bir yandan da, cezvenin taşmasıyla tüm bu yaşananları uzun yıllardır okur, yazar ve çizeriz…


Kimi köşe olur, kimi şiir,
Kimi ödül alır, kimi şikayet edilir sürünür mahkemelerde…
Kimi ise uzayda kayboldu derler! (öyle sanırlar)


Yetmez, TV programları ve canlı yayınlar yapar, harfleri kelimelere, kelimeleri cümlelere bürür, ulak yapar, tellal tutar söyletiriz elhamdülillah…


Ne laf uçar ne de söz, hepsi durur yerinde!
Lakin yine de yetmez…


…/…


Siyaset kazanlarının kaynadığı kurumlardandır belediyeler…


Maalesef yapısı da müsaittir…
Daha birçok kurum vardır tabi…
Lakin oralarda farklı kaynar kazanlar…


Her ne kadar bilim bize ‘Suyun kaynama noktası olan 100 °C sıcaklıktaki buharlaşma ısısı 540 kal/gr’dır.’ Dese de oralarda geçerli bu değer kabul olunmaz…


…/…


Özellikle ‘bazı’ belediyeler isteseniz de istemeseniz de ele ayağa dolaşır…


Yakinen takip ettiğimiz taşra belediyeleri de vardır…


İşte buralarda soytarılık, dalkavukluk, yalakalık, yalamalık hücrelere nüfuz etmiştir adeta…


…/…


Kimi kravatlı, kimi sivil, kimi kadrolu, kimi menfaat ağına takılmıştır…


Kimi ise müteahhit zırhına bürünmüş çağın hokkabazlarıdır…


Öyle palazlanır ki bazıları (ki genelde işleri koordine eden, resmiyette görünmeyen 40 haramilerin başı) inşa etmedik bina, almadık ev, araba, arsa, villa çökmedik arazi bırakmaz!


Sehemlerin her türlüsünü kurar! (Sehem: ‘Pay, hisse, kısmet, bir insanın elde edebildiği şey’)


Kendini savaşta sanır adeta, yörenin topraklarını, mallarını da ganimet görür!


İş İNSANI oldum sanır bazıları! Satarak İNSANLIĞINI! Karakterini! Binalar diker sayı saymasını bilmeden, kaçak katı hakkı sanır!


Bazıları ise çocukluğunda 23 Nisan’larda dahi oturtulmadığı koltuklarda bulur kendini!


Lafın tamamı da çocuğa söylenir diyelim ve hikayemizle devam edelim;


…/…


‘Kralın soytarısı’ tabiri inanın sadece hikayelerde kalmamış…
Maalesef kendini geliştirmiş, hatta kurumsallaşmış ve ‘başganın soytarısı/soytarıları’ halini alarak bu yapıyı günümüze kadar taşımıştır…

Gördüğümüz kadarıyla dalkavukluk, soytarılık, yalakalık sanılanın aksine hiçte kolay değil!


…/…


Meşhur bir fıkra vardır, bilmeyenimiz yoktur…
Bu tür konulara kafa yorarken bir fıkra aklıma geliverdi, paylaşalım…

Padişah ile dalkavuğu söyleşiyorlarmış, sultan demiş ki:

- Şu patlıcanla yapılan yemekler pek leziz olur..
- Olur padişahım...
- Dolması tadından yenmez..
- Evet padişahım...
- Kızartması nefis olur…
- Olur padişahım...
- Ama karnıyarıktan uzak dur…
- Uzak durmalı padişahım...
- Türlüye de pek gitmez patlıcan…
- Gitmez padişahım...

Padişah dalkavuğuna bozulmuş:
-Bre demiş, ben ne diyorsam, sen de onu tekrarlıyorsun...

Dalkavuk:
-Elbette padişahım, demiş, bendeniz patlıcanın değil, efendimizin dalkavuğuyum...


…/…


İşte o yalakalar, dalkavuklar o toprakların en büyük risklerindendir, zehridir panzehirleri olmayan…


Borçlar, verilen sözlerin tutulmaması, algı politikaları, çamur yollar, alınmayan çöpler bile bu kadar tehlikeli değildir…


Bazı başganlar, bazı seçmenler, bazı iş insanları, esnaflar bu saçmaladıkların cazibesine kapılıp düşer bunların ağına…


Bunlara yol veren yine 23 Nisanlarda dahi koltuğa oturtulmaması gereken seçilmişlerdir!


Fark edilirler eninde sonunda, lakin iş işten geçmiştir çoğu zaman…


Lütfen siz siz olun bu topraklarda ‘başganım çok yaşa’ zihniyetinden uzak durun, farkına varın…


Tek çıkış noktası ise nitelikli, liyakatlı, vatan sevgisiyle bezenmiş, doğruları anlatan, çalışan, Allah’dan korkan kuldan utanan nitelikli insanlardır…


…/…

Ezcümle; atalarımız öyle güzel sözler söylemişler ki ibret alına!


Her koyun elbette kendi bacağından asılır, lakin asılı koyunun kokusu tüm yöreyi sarar…


‘Kendi düşen ağlamaz.’ Demişler… Lakin düşende bizim hısım akrabamız, hemşehrilerimiz… Geri kalan bizim yöremiz… Düşülen yer sizin, bizim, hepimizin doğduğu topraklar… Yıkılan bizim çeşmemiz, kaybolan bizim anılarınız… Talan edilen ceddimizin evi, barkı arsası… Yükü tutan, atı alıp Üsküdar’ı geçen bir başkası!


Uyanık olmalı insan…
‘Mümin, bir delikten iki defa sokulmaz. (Mümin, iki defa aynı yanılgıya düşmez) (Buhârî, ‘Edeb’, 83; Müslim, ‘Zühd’, 63)’


Vallahi biz yazdık, söyledik… Yıllardır da susmadık, Allah cc’ın izniyle de son nefese dek susmayacağız…


Kim ne alırsa artık ‘hisse’si odur… Hisse derken bu haramiler yanlış anlamasın, bilinir ki bizim hisseyle, parayla pulla işimiz olmaz, sözün hissesi kastımız, nasipte ne varsa o! Arsa, tarla, villa vs. lüks araç, yaşantı değil, aman ha! O sizlerin uzmanlık alanı, ‘biz ne bilek beğim, böyükler bilir’ diye boşuna söylememiş atalarımız’


Ve yine önemli olan ‘kıssa’nın kime gittiği değil, ‘kıssa’dan sizin çıkaracağınız ‘Hisse’…


İster zülfiyâra dokunsun, ister haramilerin olmayan yüzü kızarsın…
‘Kral çıplak değil, çırılçıplak’ yazımızda da değindik daha ne diyelim… ‘Dizlerimizi döve döve memleketin birinde, o yörede, halkına yabancı’ dedik, daha ne diyelim… Onlar kendilerini merkepler gibi biliyorlar!


Keşke bazı al yanaklıları çocukken 23 Nisan’larda oturtsalarmış koltuklara…


Haa, bu arada bu padişahların, başganların sofralarını, badılcanı, garnıyarığı, imambayıldıyı, erkek-dişi balığı. Başganın gayığına binenleri ve tabi ki soytarıyı bir sonraki yazıda anlatıvereyim…

BİTMEZ.
Ves’selam…