“İşin kolaylığına bakıp kararlılıktan vazgeçilmemeli; arkada kötü iz bırakılmamalıdır.” anlamındaki ‘Alçağa meyledip su gibi akma. Geçtiğin yerlerde çamur bırakma.’ atasözümüzü unutamam hiç.
Bunu hayat felsefemden ayrı düşünemem.
Evet. Hayatın esası samimiyet ve karalılık değil mi zaten.
Bu süreçte her temas, bir iz bırakıyor insan hayatında.
Olumlu ya da olumsuz iz bırakan temaslarımız, bizi olduğu gibi muhatabımızı da derinden etkiliyor.
Bu temaslarla, edindiğimiz tecrübelerle, birikimlerimizle yaşayıp gidiyoruz işte.
Beklemekle geçiyor ömrümüz.
Hayat işte!
Hepimiz sevmeyi, sevilmeyi, mutlu olmayı bekliyoruz.
Yaşamak istediğimiz hayatı değil yaşamak zorunda kaldığımız kaderi yaşıyoruz.
Hayatta birilerine muhtaç olmadan yaşamaktı esas olan. Esas olan, incinmeden incitmeden yaşamaktı. Bunu tam bilemedik. Bir başkasının keyfine göre yaşadığımız da oldu belli dönemlerde.
Ne kadar yaşayacağımızı bilmiyoruz. Nasıl yaşadığımızı değerlendirmek elimizde.
Geçiyor ömür. Dünya fani. Kimler geldi geçti bu devrandan. Daha kimler gelecek kimler geçecek, bilemiyoruz.
Gelimli gidimli dünya bu dünya. Son ucu ölümlü bu dünya!
Kimin mirası, kimin malı mülkü kime nasip belli değil ki.
Dünyaya kazık çakacak değiliz. Vara varası, önü sonu, olup olacağı ölüm…
Ölümlü dünyada kim bizden neler öğrenecek tam kestiremiyoruz.
Hayatın gerektirdiği türlü yorucu işlerimiz oldu. Hayat gereği çeşitli uğraşlarımızla, bitip tükenmez çabalarımızla yaşadık.
Bu süreçte kiminden yol iz öğrendik, kimi yolumuzu şaşırttı, kimi yolda bıraktı.
Bazen yolda kaldık, bazen de yoldaştan ayrı.
Bazen yola bele sığmadık, bazen yolcudan başımızı alamadık.
Yoldan çıktık Menzile ulaşamadık bir zaman. Yolu da yoldaşı da sorgulayamadık bir zaman.
Bitiremedik yolu. Yol, yeni yola çıktı hep.
Damga vurduk belli hususlara. İz bıraktık belli konularda. Ortadan sır olduk belli durumlarda.
Hiçbir şeye yaramadığımız, hiçbir kişiye yaranamadığımız da söylenebilir elbette.
Bildiklerimizde oldu, bilemediklerimiz de.
İzimiz belirsiz oldu belki. Namsız nişansız kaldık belki de.
Yaşamak bir nefes kadar ölüme yakın olmak demekti hep.
Varlığımızın değil yokluğumuzun fark edilişiydi yaşamak. Geç fark ettik bunu.
Gün oldu, an oldu yorulduk yaşamaktan.
Provası yoktu hayatın! Yaşadıklarımızı yeniden yaşamak da yoktu yaşadıklarımızı silebilmek de.
Başta pek kabul edemesek de sonunda Zülfü Livaneli’nin dediği oldu her şey:
Bir insan ömrünü neye vermeli
Harcanıp gidiyor ömür dediğin
Yolda kalan da bir yürüyen de bir
Harcanıp gidiyor ömür dediğin.