Gözümüzü açtığımız anda ilk yaptığımız şey ne? Çoğumuz için cevap belli: Telefon ekranına bakmak. Günümüzün büyük kısmı, farkında olsak da olmasak da ekranların önünde geçiyor. Telefon, bilgisayar, televizyon, tablet… Hayatımızın görünmez zinciri, ışıklı bir dikdörtgenin içine sığmış durumda.


Eskiden insanlar zamanı ölçmek için gökyüzüne bakardı, şimdi ise bildirimlere bakıyoruz. Gelen bir mesaj, yeni bir paylaşım, taze bir haber… Ekran bize hep bir şeyler sunuyor, ama karşılığında bizden çok şey alıyor: dikkatimizi, sabrımızı, ilişkilerimizi, hatta uykumuzu.


Bir kahve içerken bile elimiz telefona gidiyor, yanımızdaki insanla sohbet etmek yerine sosyal medyada başkalarının hayatlarına bakıyoruz. “Bir dakikalığına bakacağım” diye açtığımız ekran, saatlerimizi çalıyor. En acısı da şu: O dakikaların geri dönüşü yok.

Ekran bağımlılığı sadece bireysel bir sorun değil, toplumsal bir mesele. Çocuklar oyun oynamayı unutuyor, yetişkinler kitap okumayı. Birlikte geçirilen zamanlar, ekran karşısında geçirilen “yan yana yalnızlıklara” dönüşüyor.


Elbette teknolojiyi tamamen hayatımızdan çıkaramayız. O artık yaşamın bir parçası. Ama sorun, ekranı bir araç olarak kullanmak yerine, hayatımızın merkezine koymamızda. Kontrol bizde olması gerekirken, biz fark etmeden kontrolü ona bırakıyoruz.


Hadi kendimize şu soruyu soralım, “Bugün ekrana ne kadar baktım ve o süre bana ne kattı?” Eğer cevap kocaman bir boşluksa, değişimin zamanı gelmiş demektir…