Evde çekmeceyi açtığınızda karşınıza çıkan o kırık kupa… Ne kullanılıyor, ne de atılabiliyor. Bir yanıyla artık işlevsiz, ama diğer yanıyla eliniz bir türlü çöpe götüremiyor. Çünkü mesele kupanın kendisi değil; ona yüklediğimiz anlamdır.

Bazı eşyalar, bir dönemimizin sessiz tanığıdır. Bir sabahın telaşı, sevdiğimiz biriyle içilen bir kahve, artık hayatımızda olmayan birinin izleri… O kırık kenarın ardında, bazen bir duygu durur. İşte bu yüzden, atmak yalnızca bir kupadan vazgeçmek gibi gelmez; sakladığımız anıya dokunmak gibi gelir.

İnsan zihni duygularını eşyalara tutturmayı sever. Somut bir nesne, soyut bir anıyı ayakta tutar. Bu yüzden o kupa çekmecede durur; çünkü yalnızca bir bardak değildir. Hafıza, bazen kırık bir seramik parçasında bile kendine yer bulur.

Ama şunu da bilmek iyi gelir: Bir eşyadan ayrılmak, o anıyı silmek demek değildir. Bazen vedalaşmak, geçmişi daha hafif taşımayı sağlar. Kimileri kupayı atarak rahatlar, kimileri saklayarak huzur bulur. İkisi de insanın kendine özgü yollarıdır.

Kırık kupayı saklamak ya da onu geride bırakmak… Aslında ikisi de bir tercihten çok, insanın iç ritmine dair bir ipucu gibidir. Önemli olan kupanın kaderi değil; ona bakarken içimizde beliren duygunun bize ne söylediğidir. Çünkü çoğu zaman eşyalar değil, onlara yüklediğimiz anlamlar bize ayna tutar.