Son zamanlarda gündemi sarsan skandalların ardı arkası kesilmiyor. Haftada bir yazı kaleme alan biri olarak, hangi konuyu köşemize taşıyacağımıza karar vermekte inanın bazen zorlanıyoruz. Çünkü yaşananlar artık tekil olaylar değil; toplumun vicdanını yaralayan, ahlaki çöküşün derinleştiğini gösteren zincirleme vakalar…
Bu hafta kalemimizi, bir isimden, bir değerden ve onun etrafında şekillenen büyük bir ahlak krizinden yana kullanmak istedik:
Mehmet Âkif Ersoy.
Bu isim, Anadolu topraklarında sadece bir şahsiyeti değil; onuru, fedakârlığı ve vatan sevgisini temsil eder. Milli şairimizdir. İstiklâl Marşı’nın yazarıdır. Kendisine teklif edilen parayı, “Bu marş milletindir, para ile yazılamaz” diyerek reddeden onurlu bir vatanseverdir. Bu tavır, onun yalnızca şair değil, yüksek bir ahlakın temsilcisi olduğunu gösterir.
Gelelim, isim ve soyadıyla ona adaş olan Habertürk TV Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Akif Ersoy’a…
Kim bilir, ailesi bu ismi, İstiklâl Marşı’na ve milli değerlere duydukları sevgiyle koymuştur. Ancak ne yazık ki görünen o ki, kendisi bu ismin taşıdığı manevi ağırlığı omuzlayamamış; sorumsuz ve iddialara göre ahlak dışı davranışlarıyla o güzel ismi yere düşürmüştür.
Spiker Nur Köşker’in, Habertürk TV Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Akif Ersoy hakkında yaptığı açıklamaları okurken; derin bir üzüntü, şaşkınlık ve ibret duygusunu aynı anda yaşadık.
Futboldaki kirli bahis skandallarının ardından şimdi de televizyon haberciliğini saran bu nahoş kokular, medya dünyasında süregelen ahlaki erozyonun ne denli ürkütücü boyutlara ulaştığını gözler önüne seriyor.
Yazılarımızı takip eden okuyucular bilir; toplumdaki ahlaki çöküşü, yozlaşmayı ve özellikle gençlerin maruz kaldığı değer kaybını yıllardır kaleme alırım. Ancak bu kez karşımızda yalnızca sosyolojik bir tespit yok. Karşımızda, bir kadının yaşadığı acı bir tecrübe, bir feryat var.
Gelin, yaşananları spikerin kendi sözlerinden dinleyelim:
“Herkes neden bu zamana kadar sustun diyor. Bunun iki sebebi vardı. Birincisi, kendimi asla güvende hissetmiyordum. Ne yaparsa yapsın başına bir şey gelmediğini gördüğümüz, karanlık ve derin bir adamdı.
İkincisi, o dönemde evliydim. Korumam gereken bir ailem vardı; kimseye anlatamazdım.”
Ardından yaşadığı çirkinlikleri şu sözlerle anlatıyor:
“Uzun süredir devam eden bir taciz süreci vardı. Genel yayın yönetmeni olur olmaz, ekrandan almakla tehdit etmeye başladı. ‘Ya bu iş böyle olur ya da masada oturup haber yazarsın’ dediğinde istifa edip ayrıldım.
Sabahın beşinde, ‘Endamını masanın arkasına saklamışlar, LED’in önüne geç’ diye mesaj atacak kadar pervasızdı. Bu cümleleri yazarken ben utanıyorum, o utanmıyordu.”
Köşker, eğitimini, mesleki birikimini ve gazetecilik emeklerini anlattıktan sonra şu soruyu soruyor:
“Sadece başarılarıyla anılan biri neden sistematik olarak işsiz kalır?
Neden kadınlar, yöneticilerin gayri ahlaki taleplerine boyun eğmediği için sektörden dışlanır?
Neden kendi ülkemde sevdiğim mesleği onurlu bir şekilde yapamadığım için kıta değiştirmek zorunda kalıyorum?”
Ve en can acıtan tespit:
“Oyunculuk sektöründeki rezilliklerin bin beterini medya sektöründe yaşıyoruz. Kimse ses çıkarmıyor. Biz kadın spikerler, gayri ahlaki ilişkilere zorlanıyoruz.”
Bu cümlelerden sonra söylenecek çok fazla söz kalmıyor aslında. Tüm deliller toplanıp yargılama süreci başlayınca gerçekler ortaya çıkacak.
Toplumun aynası sayılan medya, kendi içinde böylesine büyük bir ahlaki çürüme yaşıyorsa; o aynanın topluma yansıttığı görüntünün ne kadar sağlıklı olabileceğini düşünmek bile ürkütücü.
Okunan her cümle, yıllardır konuşulmayan, halının altına süpürülen bir gerçeğin kapısını aralıyor:
Medya dünyasında ciddi bir ahlak sorunu var.
Rating uğruna, koltuk hırsı uğruna, güç ilişkileri uğruna insanların onuru hiçe sayılıyor. Bu yaşananlar münferit değil. Sektörde çalışan pek çok kadın aynı baskıyı, aynı tehdidi, aynı ahlaki çöküşü yaşıyor. Ya susup sinecekler ya da mesleklerinden vazgeçecekler… Çünkü sistem, adeta onları buna zorluyor.
Peki çözüm ne?
Bu karanlık tabloyu dağıtmak için atılması gereken bazı somut adımlar var:
Bağımsız Denetim Mekanizmaları:
Medyada etik ihlalleri izleyen ve yaptırım gücü olan bağımsız kurullar oluşturulmalı.
Taciz ve Baskı Bildirimi İçin Güvenli Hatlar:
Çalışanlar, kimlikleri korunarak şikâyette bulunabilmeli; süreç şeffaf ve hızlı işlemeli.
Kurumsal Etik Kodları:
Medya kuruluşları, çalışan-üst ilişkilerini düzenleyen açık ve bağlayıcı etik kurallar belirlemeli.
Kadın Çalışanlar İçin Güvence Programları:
Psikolojik destek, hukuki danışmanlık ve koruyucu mekanizmalar sağlanmalı.
Toplumsal Farkındalık:
Bu olaylar örtbas edilmemeli; konuşulmalı, tartışılmalı. Çünkü karanlık, ancak yüzleşildiğinde aydınlanır.
Son Söz…
Nur Köşker’in anlattıkları, yalnızca bir kişinin hikâyesi değil; kirlenen ekranların, çürüyen ahlakın ve yozlaşan medya düzeninin acı bir özeti…
Bu düzen değişmediği sürece ne haberin değeri kalır ne de habercinin onuru.
Yazıklar olsun…
Ama susmayalım!
Çünkü değişimin ilk adımı cesarettir. Göre ne…Köre ne?