Hüseyin Güven

Araştırma yazılarımızda bugünkü durağımız Mihalıççık, Güce, Kızılbörüklü, Tatarcık ve Güce…
Bugünkü yazımız aynı zamanda 'Ertuğrul Gazi döneminden günümüze Mihalıççık Kayı Köyü' ve Mihalıççık, Ömerköy, Bektaş baba ve Dağcıköy' başlıklı köşe yazılarımızın devamı niteliğinde…
Bir önceki yazımızı okuma fırsatı bulamamışsanız şayet, özü ve dahi konu bütünlüğü açısından 27.04.2020 Pazartesi ve 29.04.2020 Çarşamba günkü yazılarımızı aşağıda ki linklerden
http://esyenigun.com/makale/ertugrul-gazi-doneminden-gunumuze-mihaliccik-kayi-koyu-/
http://esyenigun.com/makale/mihaliccik--omerkoy--bektas-baba-ve-dagcikoy-/
Okumanızı öneriyoruz efendim…
Daha evvelde ifade ettim, yineleyeyim… Bu köşe yazılarımız ciddi araştırmalar sonucu kaleme alınıyor… Rıdvan Aras Bey'in ciddi orta-uzun vadeli (arşiv-kaynak) araştırmaları, saha, kişi araştırmalarımız, söylenceler ve dahi neredeyse her gün saatlerce yaptığımız istişarelerimiz sonucunda vücut buluyor…
Tekraren ifade ve teşekkür edeyim 'emeğin büyüğü Rıdvan Aras Bey'indir…
Kelimelerimizi cümlelere bürüyeceğimiz bugünkü konular;
*Korucu, Sündiken Ormanlarının korucusu mu?
*Memalik-i Mahrûsede…
*Korucu Köyü ve Vakıf Tekkesi…
*Dede Ardıçları,
*Kızılbörüklü (Kızıl Börk /Ak Börk)
*Arkeolojik araştırmalar
*Asar Kale ve Ören Yeri…
*Köy'ün ortaçağ ve Roma ilişkisi,
*İran, Horasan, Selçuklu izleri…
*Gökçeayva, Gökçe (Güce) Köyü Ayva Mahallesi mi?
*Yüğtepesi Höyüğü…
*Friglerle ilişkisi,
*Birçok detaya varıncaya değin hakikaten çok güzel bir araştırma yazısı sizinle olacak…
Buyurun başlayalım…
MİHALIÇÇIK KORUCU KÖYÜ…
Korucu isminin Sündiken ormanlarını korumak üzere oluşturulan bir yerleşim birimi olduğu belirtiliyor..
Gerçekten de, Osmanlı İmparatorluğu döneminde hazırlanan ve ülke ormancılık tarihinin ilk kapsamlı düzenlemesi sayılabilecek, 'Memalik-i Mahrûsede Olan Ormanların Tanzim ve Tesviyesine Dair Layiha-i Mütercemedir' isimli kanun taslağı oluşturmaktadır…
Taslak, 12 Temmuz 1840 tarihinde, Meclis-i Vala'da görüşülmüş ve 24 Temmuz 1840 tarihli Padişah iradesiyle onaylanarak, ülke mevzuatının ormancılıkla ilgili bilinen ilk ve en kapsamlı düzenlemesi halini almıştır.[viii]
Layiha ile ülkede ormandan sorumlu bir idari düzen kurulmaya çalışılmıştır… İdarenin başına nazır ünvanlı bir kişi getirilirken, reis ve korucu kadroları oluşturularak, yerel teşkilatlanma birimlerinin kurulmasına karar verilmiştir…
Layihanın kurmak istediği örgüt yapısının; merkezde yetki ve sorumlulukları tanımlanmış bir nazır, her eyalet ve livada, yine yetki, sorumluluk ve nitelikleri tanımlanmış reis ve korucu birimlerinden oluşmasının yeterli görüldüğü anlaşılmaktadır.[ix]
(…) Layihada nazır, reis ve korucularda aranacak özelliklerden de söz edildiği görülmektedir… Layihaya göre nazırın 'orman usulüne vakıf ve güvenilir ve tecrübe sahibi' biri olması gerekirken, reis ve korucuların 'orman hakkında bilgisi olan ehliyet, sadakat ve tecrübe' sahibi olması istenmekte, korucuların okuryazar olmaları özellikle belirtilmektedir…
Bu arayışı, ormancılıkta liyakate dayalı görevlendirme çabasının öncü bir örneği olarak da değerlendirmek olasıdır.[x]
Layihanın diğer bölümlerinde, atama, görev, yetki, sorumluluk gibi çok sayıda ayrıntıya yer verilmiştir… Dipnotta kayda alınan çalışmada bu ayrıntılara ulaşmak mümkündür...
KORUCU KÖYÜ'NDE VAKIF TEKKESİ VAR MI?
Burada yazımızın içeriği ile ilgili olarak, Korucu isminin köy halkı tarafından ifade edildiği şekilde, 'ormanları korumak' üzere teşkilatlanan bir yapılanmanın neticesinde, bu görev için istihdam edilen koruculardan geldiği ve köyün 1840'lardan sonra bu amaçla kurulduğu (bu ismi aldığı) ihtimalinin kuvvetle muhtemel olduğunu söyleyebiliriz…
Bu noktada, belirtilmesi gereken, köyde, araştırmaya muhtaç eskiden kalma tarihi taştan bir kale ile karşısında da vakıf tekkesi denilen bir tekkenin varlığıdır…
DEDE ARDIÇLARI…
Ayrıca, yazımızın Kayı bölümünde kültürel önemini belirttiğimiz ardıçların, yaşları ve tarihleri bilinmemekle birlikte dede ardıçları adıyla köyün doğusunda toplu bir küme olarak yer almasıdır...
Ne yazık ki, Kayı yolu üzerinde söbe taş mevkiinde bulunan daha yaşlı ardıç ağaçlarının kirazlık yapılmak için söküldüğü belirtilmektedir.[xi]
Kale, tekke ve ardıç ağaçlarının tespiti ile korunmaya alınması, köyün tarihine ışık tutması yanında, değerlerimize sahip çıkmak ve başta turizm olmak üzere gelecek nesillere, insanlığa aktarmak açısından önem taşımaktadır…
***
MİHALIÇÇIK, KIZILBÖRÜKLÜ…
Kızılbörüklü: Türklerin eskiden beri kızıl börk taktıkları bilinen bir gerçek… (Çok sayıda yayında belirtilmiştir)
Nitekim Faruk Sümer Selçuklular devrinden beri Anadolu'daki Türkmenlerin beyleri de dahil olmak üzere, kızıl börk giydiklerini kaydeder.[xii]
Kızıl Börk- Ak Börk ayrımı/farklılaşması Orhan Gazi döneminde başlar…
Aşıkpaşaoğlu Tarihi'nde bu hususla ilgili olmak üzere, şu örnek bulunmaktadır: Orhan Gazi, babası Osman Gazi gibi kızıl börk giyiyor ve askerine de giydiriyordu. Kardeşi Alaaddin Paşa, bu konuda kendisine şu öğüdü verir: 'Han'ım! Senin askerine bir alamet koyalım ki, başka askerlerde olmasın.' Orhan Gazi'nin, 'Kardeş! Her ne ki sen dersen ben onu kabul ederim.' demesi üzerine Alaaddin Paşa, 'Etraftaki beylerin börkleri kızıldır… Seninki ak olsun.' diyerek teklifte bulunur. Bunun üzerine Orhan Gazi Bilecik'te ak börk işlenmesini emretmiştir.[xiii]
2004 YILINDA YAPILAN ARKEOLOJİK ARAŞTIRMADA…
Taciser Tüfekçi Sivas başkanlığında 2004 yılında Kızılbörüklü'de yapılan arkeolojik araştırmada; köyün 500 m kadar kuzeyinde Asar Kale olarak isimlendirilen ören yeri (env. no; 126.A3.56) incelenmiştir...
Dar ve dolambaçlı orman yolundan kaleye ulaşılmaktadır…
Kale çam ve meşe ağaçlarından oluşan ormanlık arazinin ovaya bakan güney yüzünde, ovaya hakim bir burun üzerinde kurulmuştur… Gözetleme kalesi niteliğindedir…
Makilerle kaplı kale alanında sur bedeni büyük ölçüde yüzeyden takip edilebilmektedir. (lev. 10: res. 57). Sur bedeni harç kullanılmaksızın, orta boy taşlarla inşa edilmiştir… 1.80 m kalınlığındaki duvarlar, yer yer 2 m yüksekliğe kadar korunmuştur…
Güney yönünde, yıkılan duvar taşları eğimli yamaçta geniş bir alana dağılmıştır... Bu yönde sur bedenine bitişik kulelerin bulunduğu anlaşılmaktadır... Sur içinde, sur bedenine bitişen bölme duvarları yüzeyden izlenebilmektedir, Yamaçlardan ve sur içinden bir miktar Roma ve Ortaçağ çanak çömlek parçası toplanmıştır.[xiv]
Köy halkının atalarının, İran Horasan'dan gelen Oğuz-Türkmen Karakeçililer olduğunu ifade etmesi karşısında[xv], Roma döneminde konumu sebebiyle bir kalenin bulunduğu köyün Osmanlının kuruluşu öncesinde, Selçuklu döneminde gerçekleşen Türk akını esnasında 12.-13. Yüzyıllarda antik kalenin altında kurulan bir köy olduğunu söyleyebiliriz…
MİHALIÇÇIK TATARCIK KÖYÜ
Tatarcık isminin anlamı konusunda (Maalesef) güvenle ifade edebileceğimiz bir kaynak yok…
Lakin daha 700-750 yılları arasında, Bilge Kağan'a karşı ve sonraki zamanda Uygur Han'ına karşı Oğuzlarla birlikte savaşan Tatar kabilelerinden bahsedilmesi, Kaşgarlı Mahmud'un (D:1008, Ö:1002) Tatarlar'ı Türk kavimleri arasında zikretmesi[xvi] karşısında, köyün, Oğuz boyları ile beraber Anadolu'ya gelen Türk topluluğu tarafından kurulduğunu söylemek, yazımızın bütününde ifade ettiğimiz tarihi gelişim süreci ve coğrafi yapıya[xvii] uygun görülmektedir…
Bu sebeple, şu anda Kırım ve Kazan bölgesinde yaşayan Tatarlar ile karıştırılmamalıdır…
Mihalıççık isminde olduğu gibi sıklıkla karşılaştığımız –cık ekini ise 'küçük' anlamında değerlendirmek, daha ziyade küçük bir yerleşim birimi olarak ele almanın doğru olacağı kanaatindeyiz…
MİHALIÇÇIK GÜCE…
Güce için elimizde maalesef detaylı bilgi bulunmuyor…
Daha evvel belirttiğimiz Türkiye Yerleşim Birimleri Envanterinde, yine, 1919 yılı İngiliz Haritasına istinaden isminin Gökçe olduğu belirtilmiş… Gökçeayva'nın ise Gökçe (Güce) Köyü Ayva Mahallesi anlamında olduğu yazılıdır...
Gök kelimesi ise, Türkiye Türkçesi: gök '... yeşil' [ Dede Korkut Kitabı, 1400 yılından önce] ve Anadolu ağızlarında yaşayan gökçe sözcüğü edebî kaynaklarda 'mavi' anlamında kullanılsa da, yer adlarında daima 'yeşil' anlamına gelir…
Ayrıca, olgunlaşmamış tarım ürünü anlamına geldiği de biliniyor...
Nitekim 13. Yüzyılda Yunus Emre, 'göğ/gök ekin biçmiş gibi' denildiğini anımsatalım…
Dolayısıyla, köyün konumu itibariyle Göğce/güce dönüşümü akla daha yatkın görünüyor…
YÜĞTEPESİ HÖYÜĞÜ VE FRİG İLİŞKİSİ…
Köyün bulunduğu bölgenin Frig dönemine dayanan bir geçmişi bulunmaktadır. Köyde Taciser Sivas başkanlığında yürütülen arkeolojik araştırmada; 'Buradaki çalışmalarda köy içinde bir evin bahçesinde, kabartma üçgen alınlıklı ve bitkisel akroterli, yazıtlı, mermer mezar steli belgelenmiştir… Ayrıca, köyün yaklaşık 2 km. güneyinde, Beylikova-Mihalıçcık karayolunun solunda, yola 600 m. mesafede, 'Yüğtepesi' mevkiinde, ova seviyesinden 50 m. yükseklikte, doğal kayalık bir tepenin üst kısmında bir höyük saptanmıştır. 'Yüğtepesi Höyüğü' olarak isimlendirdiğimiz yerleşme, yaklaşık 70 m. çapında, 7 m. yüksekliğindedir. Kuzey kesiminde kaçak kazı çukurları vardır. Yüzeyinden 2. binyıl ve Frig gri çanak çömlek parçaları toplanmıştır.'
Daha fazla bilimsel araştırma yapılması halinde bilgilerimiz kuşkusuz artacaktır… Fakat gerek tarihi gelişim, gerekse coğrafi konum ve etkileşimi nedeniyle, tıpkı Tatarcık da olduğu gibi, Güce köyünün de bir Türk yerleşimi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz...
Sonuç olarak, diğer yazılarımızla bir bütün olarak ele alındığında, Ömerköy'den başlamakla birlikte, Mihalıççık'ın batısından ele aldığımızda; Oğuzların Bozok kolundan gelenlerin ismini taşıyan Kayı'dan başlayıp, Üçok boyundan gelenlerin ismini taşıyan Büğdüz'e kadar uzanan güneybatı Sündiken yamaçları Selçuklu döneminden itibaren sürekli Türk yerleşimlerine sahne olmuştur. Varlığını devam ettiren kültür aktarımı yanında arkeolojik zenginliği ile de dikkat çeken bölgenin hak ettiği değeri alması en büyük dileğimizdir…
Not: Nasipse bu köşe yazılarımız gün gelecek kitaba bürünecek… Eksik gördüğümüz bütün huşular kitapta tamamlanacaktır..
DEVAM EDECEK…