Farkına varsak da farkına varmasak da farkına varamasak da geçip gidiyor ömür dediğimiz.

Hayatı daha anlamlı yaşayabilmek, sadece kendimiz için değil başkaları için de yaşayabilme sırrı içindedir.

N’oldu, nasıl oldu bilemedik. Kendi içimize kapandık gittik.

Birbirinden kaçmak işin kolayı. Birbirinden kaçanlar kendinden de kaçmıyor mu ki!

Sindik mi, sindirildik mi işimize mi öyle geliyor bilemiyorum.

Zamanımız olup olmadığını bilemeden çok şeyimiz zamana bıraktık niyeyse.

Tedbirli olmak, hazırlıklı olmak, her zaman da uyanık olmak durumundayız.

Kendiyle barışık olmayan, başkasıyla barışık olamaz. Başkasıyla barışık olmayan, çevresiyle barışık olamaz. Çevresiyle barışık olamayan da kötülere kötülüklere hazırdır; sınırın üstündedir.

Çevremizle iyi anlaşır, iyi geçinir olmak durumundayız.

Mehmet Âkif Ersoy (1873-1936) misali ‘Adam aldırma da geç git, diyemem, aldırırım.’ diyeceğiz. Gerektiğinde Sebahattin Ali (1907-1948) gibi ‘Başın öne eğilmesin / Aldırma gönül aldırma / Ağladığın duyulmasın / Aldırma gönül, aldırma’ diyeceğiz.

Elinden geldiği halde hiçbir şekilde hiçbir kişiye, hiçbir yere faydası dokunmayanlara gereği gibi davranacağız.

Olumlu yapılan iş ya da hareketi herhangi bir sebeple engellemek isteyenler olabilir. Buna aldırmamak gerekir. Kişi, doğru bildiği yolda devam etmelidir. Yapılması gereken bir iş, birilerinin konu ile ilgili ya da ilgisiz, sıradan bir şeyler deyip engellemeye çalışması ile engellenemez.

Yalnızca menfaatini düşünen bir olmayıp kendine kötülüğü dokunmadıkça zararlı birinin yaptığına kayıtsız kalmayacağız.

‘Bana bir kötülüğü olmasın da başkalarına ne yaparsa yapsın.’ duygusundan tamamen uzaklaşacağız.

Çevremize önem ve değer vermeden yaşayamayız.

Önem vermemek, umursamak, ilgilenme gereği duymamak; kayıtsız kalmak ya da kayıtsız olmak bize göre olamamalı.

Öğrenmenin yolunun da öğretmenin yolunun da ilgilenmeden geçtiğini aklımızdan çıkarmayacağız.

Olup bitenlere kayıtsız kalamayız.

Taş atacak zamanı da iyi bileceğiz taş toplayacak zamanı da.

Kayıtsız ve düşüncesiz bir insan olamayız.

Yetiştiğimiz kültür, yöremiz ile ilgili sorumluluk almaya zorluyor. Yöremize duyarlı olacağız.

Çevremiz bize göre biz de çevremize göre şekilleniyoruz. Çevremize duyarlı olacağız. İlgisizler kalabalığında ilgileneceğimiz birilerini mutlaka bulacağız.

Bizi ilgilendirmeyen bir konuda çenemizi yormayacağız.

Her şeyi yapsak da yapamayacağımız, engel olamayacağımız o kadar çok şey olduğunu da bileceğiz.

Hayat bu. Bazı şeyler ya geçiyor ya da onların geçtiğini zannediyoruz.

Özetle şöyle demek mümkün: “Kapanan yara var, kabuk bağlayan yara var, kanayan yara var. Yara saran var, yaraya tuz basan var; en kötüsü de bütün bunlara kayıtsız kalanların azaldıkça azaldığı …”

Olsun. Gün olur onlar da geçer. Sabredelim. Duyarlı olalım.

İşin aslı, dengede kalabilmek değil mi zaten!

Olur olmaz her işe karışmayalım yeter. Olur olmaza fırsat vermeyelim yeter.

Kendi zararını fark etmedikçe başkasının zararını görmeyenleri kendi hâline bırakalım yeter.

Kastımız kayıtsız kalmamak dediysek aşağıdaki Nasreddin Hoca kıssasındaki kadar da müdahil olmak değil hani:

“Hoca akşamleyin eve doğru yürürken baklava seven geveze bir köylüyle karşılaşır.

- Hoca! Kısa bir süre önce bir adam büyük bir tepsi baklava götürüyordu.

- Beni ilgilendirmez!

- Fakat adam tepsiyi sizin eve götürüyordu.

- O zaman seni ilgilendirmez!”