Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili ve Dem Parti İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder 18 gündür verdiği mücadeleyi kaybetti.
Suçsuz üzere hapislere atılsa da, zulümler görse de, ömrünü barış yolunda harcadı.
HİÇ ACABA DEMEDİ..UMUDUNU YİTİRMEDİ.
Sırrı Süreyya Önder, siyasi kimliğinin yanında, esas sanatçı kimliğiyle ile tanınan bilinen bir isim. En önemli özelliği de, siyasetin içine girmiş olmasına rağmen ve sert bir iklimde siyaset yapmasına rağmen, en kötü durumlarda bile mecliste yaptığı espriler alttan alması, ortama hoş bir seda getirmesiyle bilinen bir isimdi.
Meclisin en renkli isimlerinden biriydi. Kıvrak zekâsıyla esprileriyle, entelektüel birikimiyle biliniyordu.
Artık aramızda değil.
Yönetmen, oyuncu, senarist, müzik yapımcısı ama en çok siyasetçi olarak tanıdık onu. Zorlu hayatına o kadar çok şey sığdırmıştı ki. Siyasalda okurken bile hep toplumsal sorunlarla ilgilenmiş. Daha sonra mücbir sebeplerden dolayı ara verdiği okulunu bitirdi.
Halkın çilelerini bilen gerçek yaşamın hikâyesini yazan biri olarak vardır. Samimiydi.
Fotoğrafçı çıraklığı, mevsimlik işçilik yapmış. 1978' de lise öğrencisiyken Maraş katliamı protestolarının ardından tutuklandı ve cezaevine girdi. Ama bu son olmadı. 12 Eylül darbesi sonrası 12 yıl hapse mahkûm edildi. 105 günlük tutukluluk süresinin ardından serbest kaldı. Çeşitli eylemler nedeniyle 7 yıl daha cezaevi süreci oldu.
Türkiye’nin çarpık siyasal düzenin en çarpıcı siyah beyaz fotoğraflarından birisidir.
Bizim siyasal yaşamın genetik kodlarında bu vardır. Çalsan, çırpsan pek içerde yatmazsın ama, düşüncelerinden dolayı hemen cezaevi yolu gözükür. Yıllarca, siyasal suçlu olarak içeride yatırırlar adamı.
İşkencelerden geçirirler.
Trajik komik bir filmdi.
Sanatın, onun hayatında yeri büyüktü. 2006'da Beynelmilel filminin senaryosunu yazdı. Filmin yönetmenlerinden biriydi. Film vizyona girdiğinde, ARI sinemasına Murat abi ve ben birlikte gitmiştik... Gösterim başlamadan önce fuaye deydik. Ortalıkta pek izleyicide yoktu. İkimizde aynı şeyi düşünmüştük.
Başlama gongu ile koltuklarımıza oturduk. Meraktan kaç kişi gelmiş diye koltuklara baktık. Hiç unutmam. Toplam 11 kişi izlemeye gelmişti. Salon boştu. İki tanesi de türbanlı bir hanımdı. Gözlerim, sosyalist diye bildiklerimi aradım. Yoktular.
Nasıl hayal kırıklığına uğramıştım bilemezsiniz.12 Eylül düzenini alaycı bir dille, eleştirel bir gözle sinema diliyle öyle sahneleri vardı ki! Zekâ küpüydü.
En beğendiğim Kâhtalı Mıçı’ nın “sarhoş Bakı” şarkısının söylendiği sahneydi. Birde orkestranın çaldığı enternasyonal marşıydı.
Cuntalar olmasın pankartının bir arkadaşının üzerine düşüp ölmesi sahnesi çok anlamlıydı.
Film aslında darbeci cunta zihniyetinin eleştirel bir trajik komik perdeye aktarılmasıydı.
Barış meselesinde gönül indiren herkese şahsi olarak bu konuda bedel ödemiş, ama şerefini bedelinden daha fazla önemseyen bir kardeşiniz olarak şahsım adına hepsine teşekkür etmek istiyorum diyordu.
Çocukları isimli filmin senaryosunu Sırrı Süreyya Önder yazdı Emret komutanım, Sis ve Gece, Ada, Zombilerin Düğünü, F tipi, Film Ejder Kapanı, Düğün Dernek ve Yeraltı gibi filmlerde senarist yönetmen senaryo danışmanı ve oyuncu olarak yer aldı.
2011'de hayatı, parlamenter siyasete doğru evirildi. Emek Özgürlük ve Demokrasi bloğunun bağımsız adayı olarak İstanbul milletvekili seçildi. Sonra BDP' ye katıldı. gezi Parkı eylemlerine ilk katılan isimlerden biriydi. 2013 ile 2015 arasında çözüm sürecinde önemli rol oynayan Önder 2025'te başlayan PKK'nın fesih sürecinde de İmralı heyetindeydi.
2018'de bir kez daha cezaevine girdi. Yaklaşık bir yılın ardından serbest kaldı. Meclis Başkan Vekili Sırrı Süreyya Önder sağlık problemlerini de mecliste duyurmuştu.
Meclisi yönettiği zamanlarda TBMM TV dan hep canlı izlerdim. Bir keresinde ankebut suresinin 57.ayetini Arapçasını okumuştu.
“ Her nefis ölümü tadacaktır. Sonra kıyamet günü hesap ve yaptıklarınızın karşılığını almak için yalnızca bize döndürüleceksiniz”.
Bu ayet çok anlamlıydı!
Bir keresinde de, eski iç işleri bakanı olan Süleyman Soylu helallik isteyince ona şöyle diyordu; “helallik işin kolay kısmı. Önce bir barış gelsin.”
Sırrı Süreyya Önder'in bu çözüm sürecine verdiği katkı şüphesiz çok fazladır. Adeta canını ortaya koymuştur.
Sırrı Süreyya Önder'in özellikle insan sevgisi hem siyasette hem toplumsal kutuplaşmada çok kolay bir kolaylaştırıcı rol oynuyordu. Yani insanların en öfkeli oldukları anlarda bile yaptıkları esprilerle birden insanların imtihanı yönünü ortaya çıkartıyordu.
Sırı Süreyya Önder'in aslında daha önce yaşadığı haksızlıklar yaşadığı olaylar geçmişi, gözlerine yansıyan bir üzüntü bir hüzün görünüyordu.
Devletin sert yaptırım gücüne karşı kalmış ona rağmen, onun bedeni devlet koruması olmadan, hâlbuki onun o olmadan hapis yatmış onu hapsedenler bile, ondan sonra onunla yakın arkadaş oldular. Başsağlığı dilediler.
Bir bakıma Türkiye'nin vicdanı, Türkiye'nin hicvi, Türkiye'nin merhameti, Makuliyeti, samimiyetidir. Siyasetin bir araya getirdiği bir entelektüel yöndü. Ne yazık ki ülkemizde kültür sanat hiç siyasete gelmiyor. Bir araya gelmesi gereken kavramlar bunlar. Ama hepsi birbirinden ayrılıyor, belki mahkûm ediliyor.
Barış sürecinde “o kadar çok umutluyum, çok umutluyum” demişti.
Kolay değildi. Bu toprakların insanıydı. Yerli ve millî sosyalistti... Birçok din ulemasına teoloji dersleri, verecek kadar bilgi sahibiydi. Anadolu çocuğuydu.
Sırrı Süreyya Önder'in kızı Ceren Önder Kandemir, Taksim Atatürk Kültür Merkezi’nde düzenlenen anma töreninde, babasına yazdığı son mektubu okudu. Mektup çok anlamlıydı.
Baba, hayatın bütün rengi gitti. Benim bildiğim hayat bitti. Yeni bir hayat başlıyor şimdi. Ürkütücü, bilinmezliklerle dolu. Daha önce hiç duymadığım bir şeyi, senden duyma ihtimalimin kaybolduğu, mavrasız.
Kendimi bildim bileli seni kaybetmekten korktum. Bu benim tek kâbusum, zaafım, burnumdaki sızı, yutağımdaki yumru, karın ağrımdı. Öyle iyi, öyle benzersizdin ki, ‘bu adam bana sadece ölerek acı çektirebilir’ derdim.
Gece gece çaldığın kemanın, cümbüşün, udun sesi; bir çırpıda ezberden okuduğun şiirler, günde beş kere ve her birinde sanki yeni buluşmuşuz gibi bir heyecanla çıktığımız kahveler. Evlere sığamayışın. Kimseye kıyamaman. İyiliğe üşenmemen, kimseye gücenmemen, kalp kırmaktan bile daha çok korkman, birinin onurunu kırmaktan.
‘Baba, kalbim kırık’ diye arardım. ‘Baba grip oldum. Baba öksürüğüm geçmiyor. Baba kedim öldü. Baba âşık oldum. Baba uyku tutmadı.’
Ben, babalığına çok doydum. Şimdiye kadar verdiğin tek bana değil, oğluma ve onun çocuğuna bile yeter.
Bir babaya ihtiyacım kalmayıncaya kadar doyurdun beni. Ama dostluğuna doyamadım. O dostluğa doyulur mu?
Şimdi öfkelenmek istiyorum. ‘İki hafta sonra barış protokolü imzalanacak. Sonra rahatız. Ameliyat da olacağım. İki haftada ne olacak?’ demene kızmak istiyorum.
Açlık grevlerine, cezaevlerine, işkencelere.
Bir tek kendinle ilgilenmeyişine kızmak istiyorum. Yapamıyorum. Bana Kandıra Cezaevi’nden gönderdiğin bir mektup yüzünden kızamıyorum.
‘Gidecek yolu olmayan, bir amacı olmayan ama hep yanında olan bir babayı sen istemezdin’ demiştin.
Şimdi gitmek zorunda olmamanı istemez miydim?
Sana öfke duyanlar için, ‘Yoksulluğun ve yoksunluğun öfkesi bu, sakın içinde nefret biriktirme,’ diyordun. Doğduğundan beri yoksulluk, yoksunluk ve yetimlikle geçen ömründe sen öfkeni nereye sakladın, ben hiç görmedim. Herhalde kalbine... Bir tek mülk edinmeden, ikinci bir kazağı almadan, kimseden bir şey istemeden, borçsuz ve harçsız, boğazını değil, onurunu besleyerek yaşadığın bu dünyadan gidiyorsun baba. Giderken neşemin birazını Can ve Yasin'e bırakarak; ama rengin tamamını alarak. Sana doyuncana sevgi verdim. Her gün söyledim sevdiğimi. Doyuncana kadar öpüp kokladım. Şimdi tüm renklerim de senin olsun. Gerçi sen orada da dostlarını bulursun.
Artık dinlen turna kuşum. Biz iyi olacağız. Çocuklara hep seni anlatacağız. Şakaların ağzımıza eğreti dursa bile taklit etmeye çalışacağız. İçimde tam tarif edemediğim bir huzur var şimdi. Artık mücadele etmek zorunda olmadığını bilmenin huzuru. Seni ayakta son gördüğümüz gün, bize bir poşet portakal ve bir kutu yumurta vermiştin. Can için daima bir cebinde mandalina, bir cebinde fıstık ezmesi taşımanı, teneke kutulardaki ballara ve dinlenme tesislerine olan özel sevgini hiç unutmayacağım.
Seni ayakta gördüğümüz son gün arabana binmeden önce bize söylediğin son cümle kulağımı tırmalıyor şimdi: ‘Cano'nun düğününü görmeden gitmeyeceğim. Tutmadığın sözün yoktu, gittin mi? Barışı görmek istiyordun. Çocukların yetim kalması kalbini parçalıyordu. Sütten de ağzın hiç yanmıyordu. Bir tür barış mıydı bilmiyorum; ama hastane koridorlarındaki sınıfsız, bayraksız, hüzünlü, umutlu kalabalıkta barışa benzer bir şey gördüm ben. Gözün arkada, aklın bizde kalmasın. Bana güzel sesinle okuduğun dizelerle...
‘Biliyorum yağmur yağmaz yukarı doğru yeniden.
Acımaz olur, silinir gider izi bıçağın.
Ama hiçbir rüzgâr dolduramaz boş kalan yerini,
Bir yaşamdan ötekine birlikte uçan turnaların yerini gökyüzünde.
Bir evladın gözyaşları içinde okuduğu veda mektubuydu. Yaşam böyledir..
Şimdi barış zamanı. Şimdi terörsüz Türkiye zamanı..