Bir zamanlar biz çocukken bize “hayal kur” derlerdi…
İçinden ne geliyorsa düşün, sınır tanıma, uç.
Kimimiz pilot olmak isterdik, kimimiz ressam… Kimimizse doğayla baş başa, bir çiftlikte yaşamanın düşünü kurardık.

Çünkü hayal kurmak özgürlüktü.
Bedavaydı.
Kısıtlanamazdı.


Peki ya şimdi?

Bugünün gençleri için hayaller; yurtdışına kaçmak, borçsuz yaşamak, bir gün gerçekten nefes alabilecek kadar zaman bulabilmek…
Artık hayal, geleceğe dair umut dolu bir heyecan değil.
Çoğu zaman geçim derdiyle, kaygılarla, yorgunlukla gölgelenmiş bir "keşke"ye dönüşmüş durumda.

Hayal kurmak, ne yazık ki giderek lüksleşiyor.
Çünkü bir hayalin peşinden gidebilmek için önce güvenli bir zemine, biraz zamana ve yastığa başını koyduğunda düşünmeye mecâlin olması gerekiyor.

Ama biz ne yapıyoruz?
Sabah trafiğinde uyuklarken, öğle arasında kredi kartı ekstresine bakarken, markette etiketleri karşılaştırırken yakalıyoruz kendimizi.

Kimse Mars’a gitmekten söz etmiyor artık.
Birçok genç için hayal kurmak; küçük bir ev sahibi olabilmek, kiraya yetişebilmek, ay sonunu çıkarabilmekle sınırlı.

Çünkü hayal kurmak için önce hayatta kalmak gerekiyor.


Ama asıl yıkım, bu duruma alışmamız.
Hayal kurmayan bir toplum zamanla donuklaşır, silikleşir, kimliğini yitirir.
Kendini tekrar eden, aynı krizlerde sıkışıp kalan bir döngüye hapsolur.

Oysa bir hayal her şeyi değiştirebilir.
Bir şehri, bir ülkeyi, hatta bir dünyayı bile…

Bu yüzden önce birbirimize, özellikle de gençlere yeniden şu cümleyi hatırlatmalıyız:
“Hayal kurmak hakkındır. Kimse senden bunu alamaz.”

Çünkü unutmayalım ki hayal kurmak bir lüks değil, bir toplumun geleceğe karşı verdiği en insani tepkidir.