İnsan tuhaf bir varlık. Bir bakıyorsunuz koca dağları yerinden oynatacak bir iradeye sahip, bir bakıyorsunuz küçücük bir sözle darmadağın oluyor. Bazen büyük bir felaketin içinden dimdik çıkıyor, bazen de en ufak hayal kırıklığı karşısında yıkılıyor. İşte tam da bu yüzden insan olmak, hem güçlü hem kırılgan olmayı aynı anda taşımaktır.
Güç, çoğu zaman kaslarda, parada ya da makamda aranır. Oysa insanın en büyük gücü, hayatın darbelerine rağmen ayağa kalkabilmesidir. Defalarca kırılıp toparlanmak, her şeye rağmen sevebilmek, yeniden güvenmeyi göze alabilmek… İşte en saf haliyle güç budur.
Kırılganlık ise çoğu kişinin zayıflık sandığı bir özelliktir. Oysa kırılgan olmak, hâlâ hissedebildiğimizin kanıtıdır. Bir sözle incinmek, bir kayıpla yıkılmak, bir vedada gözyaşı dökmek… Bunlar insana, insan olduğunu hatırlatan yanlardır. Çünkü kırılmayan, aslında hissizleşmiş demektir.
Hayat bize defalarca şunu gösterir: Güç ve kırılganlık birbirine zıt değil, birbirini tamamlayan iki yoldaştır. Kırılganlığını saklamadan güçlü kalabilmek, en insani dengeyi kurmaktır. Çünkü insan yalnızca ayakta durduğunda değil, düştüğünde yeniden kalkabildiğinde de güçlüdür.
Belki de insanı insan yapan tam da budur: Gözyaşıyla gülüşün, yıkılışla yeniden doğuşun, kırılganlıkla gücün aynı bedende buluşması…