Bazı acılar vardır ki, kelimeler onların yanına bile yaklaşamaz.
O acı bir babanın yüreğine çöktüğünde, dünya sessizleşir…
Kalabalıklar donar, zaman ağırlaşır, nefesler bile usulca çekilir.
Çünkü vatan uğruna toprağa verilen bir evladın ardından yürüyen baba, hem gururunu hem de içini kavuran yangını aynı anda taşır.
Geçtiğimiz hafta vatanın bağrına yine ateş düştü.
Uçak kazasında 20 askerimizin şehit olduğu haberleri yüreğimizi dağladı. Televizyon ekranlarında tek tek cenaze namazları gösterilirken, kirpiklerimin ardında titreyen gözyaşlarına artık hükmedemedim. Her damla, içimize düşen bir kor gibiydi. Eminim sizde öyleydiniz!
Efkâr dolu bir iç çekişle, yanaklarıma süzülen birkaç damla yaş eşliğinde bu satırları yazmaya başladım.
Ne büyük acı… Henüz hayatlarının baharında, uğruna can verdikleri bu aziz vatan toprağına emanet edildiler.
Her birinin ardında bıraktığı bir sevda, bir nişanlı, bir eş, yetim kalmış bir evlat…
Bir anne…
Bu mübarek Anadolu topraklarında kendimi bildim bileli damlalar asker analarının gözkapaklarından hiç eksik olmuyor.
Ha yağdı ha yağacak diye titreşip durur…
Bir baba, belki de küçük bir çocuk…
Yüreklerinde yarım kalmış hatıralar, kurulmuş hayaller…
14 Kasım Cuma günü…
Reşadiye Camii’nin avlusu…
Binlerce insan, sessiz bir sel gibi akıp doldurdu o avluyu.
Herkes, Şehit Üsteğmen Emre Mercan’a son görevini yerine getirmek için oradaydı.
Cenaze namazının ardından tabuta doğru adım atan baba Halil İbrahim Mercan’ın yürüyüşü, herkesin yüreğinde derin bir iz bıraktı.
Ayakta durmakta zorlanan, yüreği yangın yeri olan babanın koluna Eskişehir Valisi Hüseyin Aksoy girdi.
Orada iki beden vardı ama tek bir duygu: biri devletin vakarını, diğeri vatan için evladını uğurlayan bir babanın sarsılmaz duruşunu temsil ediyordu.
Cenaze alanındaki sessizlik çok şey anlatıyordu.
Dudakları titreyen, gözyaşlarını içine akıtan o baba, aslında tüm dünyaya şunu haykırıyordu:
“Benim canım yandı ama vatan sağ olsun…”
Şehit babalarının sessiz çığlığı tam da budur.
Dışarıdan sakin görünen ama içinde koskoca bir fırtına kopartan, derin ve onurlu bir acı.
Onlar gözyaşlarını saklar, ağıtlarını yüreğinin içinde yakar.
Çünkü bilirler ki, evladı bu ülkenin geleceği için canını feda etmiştir.
Bu ülkenin toprağı kolay vatan olmadı.
Her karışında bir yiğidin teri, kanı, duası var.
Her şehidin arkasında bir baba durur; omuzları çökmüş ama başı dik.
Bir anne durur; yavrusunun kokusunu son kez içine çeker.
Bir kardeş durur; büyüdüğü evin artık daha eksik, daha sessiz olduğunu hisseder.
Yıllar önce bir şehit cenazesinde yaşlı bir baba, tabutun başında kimseye bakmadan sadece şunu söylemişti:
“Evladım gidiyor ama ben biliyorum ki nereye gidiyor. Şehitlik, kul ile Allah arasında verilen en büyük sözün adıdır.”
O söz, orada bulunan herkesin yüreğine kazınmıştı.
İşte şehit ailelerinin acısını kutsal kılan da budur: acıyla yoğrulmuş bir teslimiyet…
Unutmayalım; şehit aileleri sadece tören günü değil, her gün bizim emanetimizdir.
Acıları bir gün değil, bir ömür sürüyor.
Devletin ve milletin görevi; bu ailelerin elinden tutmak, kapılarını çalmak, sofralarına misafir olmak ve “yalnız değilsiniz” demektir.
Bir toplumun büyüklüğü, acı karşısındaki duruşuyla ölçülür.
Şehit babasının sessiz çığlığını duyan bir millet, asla bölünmez, asla yıkılmaz.
Eskişehir’deki o sahne bize bir kez daha hatırlattı:
Vatan sadece taşla, toprakla değil; yüreği yanan ama gururla dimdik duran şehit babalarının omuzlarında yükseliyor.
Rabbim bütün şehitlerimize rahmet eylesin.
Bütün şehit babalarına, annelerine sabır ve güç ihsan etsin.
Bu milletin birliğini, dirliğini, kardeşliğini daim kılsın.
Ve bizleri, şehitlerimizin emanetlerine sahip çıkanlardan eylesin.
.