Bütün varlık âlemini yoktan var eden Rabbimiz (c.c.), bazı özel zaman ve mekânlara da ayrı hususiyetler atfetmiştir. Söz konusu zaman ve mekânları, diğerlerine göre fazilet bakımından daha üstün tutmuş ve kullarının bu kutsiyeti önemsemelerini salık vermiştir. Çünkü zamanı ve mekânı değerli kılan, ona bu manayı yükleyen otoritedir.
Allah Teâlâ, mekânlardan Mekke’yi, mabetlerden Kâbe’yi, cennetlerden Firdevs’i, meleklerden Cebrail’i, peygamberlerden Hz. Muhammed (s.a.v.)’i, kitaplardan Kur’an-ı Kerim’i, günlerden Cuma’yı ve aylardan Ramazan’ı değerli kılmıştır. Üç aylar da mezkûr kutsiyet atfedilen zamanlardandır. Zünnûn-i Mısrî üç aylar hakkında şöyle demiştir: “Recep ekme, Şaban sulama ve Ramazan hasat ayıdır.” Recep ve Şaban ayları aynı zamanda Ramazan’ı karşılayan müjdecilerdir. Zira Recep ve Şaban aylarının feyzinden ve bu aylarda bulunan Regaib, Miraç ve Berat gecelerinin rahmetinden istifade yolunu tutan bir kişi, Ramazan ayında tuttuğu oruçla manevî kirlerden arınıp bayrama ulaşacaktır.
Recep ayı; kamerî ayların 7.’si, aynı zamanda üç ayların ilkidir. “Recep” kelimesi; “herhangi bir şeyden korkmak”, “utanmak” veya “bir kimseyi heybetinden dolayı yüceltmek” manalarına gelir. Bu ayda, Regaib ve Miraç geceleri idrak edilir. Bu ay, içinde iki kandil gecesi bulunması açısından da faziletli bir aydır. Müslümanların manevî atmosferi teneffüs etmesi, yaşaması ve günlük hayata yansıtması için ilk açılan kapı hüviyetindedir. Recep ayı ile inananlar günlük hayatlarında ibadetlere daha fazla yer verirken, insanî ilişkilerinde merhameti, anlayışı, îsâr yapmayı, insanlığı ve ümmetin dertleriyle hemhal olmayı yeğleyecektir. Bu ay, kişinin kendini yenilemeye ve gözden geçirmeye matuf hareket edeceği manevî iklimi ifade etmektedir.
Recep ayı ile birlikte Şaban ayını da Allah Rasûlü (s.a.v.) değerli görmüştür: “Allah’ım! Recep ve Şaban aylarını hakkımızda mübarek eyle, bizi Ramazan’a ulaştır” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/259). Bu hadis, Recep ve Şaban ayının temelde Ramazan için bir hazırlanma aşaması olduğuna işarettir. Hz. Peygamberin, “Her iki ayı bize mübarek kıl” derken, “Hakkıyla idrak edebilmeyi bizlere nasip et” manasını kastetmesi muhtemeldir.
“Ramazan” kelimesi, taşın üzerinde bulunan toz-toprağın yağmur yağdıktan sonra yıkanıp gitmesi anlamına gelmektedir. Ramazana erişen bir Müslüman da bu ayı en iyi şekilde değerlendirirse, günahlarından arınmış vaziyette bayrama ulaşmanın mutluluğunu yaşayacaktır. Bu yönüyle bayram yapmak, Ramazan ayında hakkıyla oruç tutmakla meydana gelecektir. Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadislerinde, Ramazana erişen kişinin nasıl hareket etmesi ve hedefinin ne olması gerektiğine şu şekilde işaret eder: “… Ramazan ayına girdiği halde günahlarını affettirmeden bu ayı tamamlayan kimsenin burnu sürtülsün!” (Müslim, “Birr”, 9, 10). Buradaki “Burnu sürtülsün” ifadesi, “yazık o kişiye” demektir. Demek ki Ramazana ulaşan her bir Müslüman, başta tuttuğu oruç olmak üzere öyle bir kul olacak ki sonunda günahlarından bağışlanarak bayramı hak edecektir.
Ramazanın hikmet yönü hakkında ise şunlar söylenebilir: Ramazan, bedenden alıp ruha vermektir. Ruhu büyütmenin adıdır. Ruhun cesede hükmetme zamanıdır. Bir yönüyle ruhun ve kalbin, bedenin ihtiyaçlarından/esaretinden kurtulduğu kutlu bir zaman dilimidir. Ramazan; kalbin, bedenin kalıplarını aştığı, kendisine dar gelen dünyada uhrevî âlemlerin esintilerini hissettiği demdir.
Rabbimiz, üç ayları, ülkemize, İslam coğrafyasına ve tüm insanlık âlemine hayırlara vesile kılsın…


Musa EGE
Vaiz