İl Müftü Yardımcısı İbrahim Çayır


Günümüzde yaşayan bütün dinlere baktığımız zaman mabetler, insanların en vazgeçilmez kutsal mekanları olarak göze çarpmaktadır. Her bir yerleşim alanının temelinde mabet mevcuttur. Mabetler, şehirleşmenin ana unsuru olarak her zaman olmuş ve her zaman olacak olan ana unsurlardır.
İslam Dininde bulunan mabetler ilk dönemlerde mescit olarak zikredilmiş, günümüzde ise bu mabetler hem 'mescid' hem de 'cami' olarak ifade edilmektedir. İnsanlar için ilk kurulan mabet hakkında Allah-ü Teala Kur'an-ı Kerim'de şöyle bildirmektedir: 'Şüphesiz, insanlar için kurulan ilk ibadet evi elbette Mekke'de, alemlere rahmet ve hidayet kaynağı olarak kurulan Kabe'dir.' (Al-i İmran 96)

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Medine'ye hicretleri esnasında ve daha sonra gerçekleştirmiş olduğu ilk ve en önemli iş mescid inşası olmuştur. Kuba mescidi Medine'ye gelinmeden inşa edilmiş, Medine'ye hicretin tamamlanması akabinde Mescid-i Nebevi yapılmaya başlanmıştır.

Peygamber Efendimizin (s.a.v.) şehirleşme planında ilk temel unsur mescit olmuştur. Sosyal hayatın daha düzgün bir şekilde devam edebilmesi için en temel unsurların başında hep mescitler ön planda tutulmuştur. Daha sonraları mescit kavramı yerine cami kavramı kullanılır hale gelmiştir.

Cami, toplayan ve bir araya getiren demektir. Dini terim olarak, toplu halde ibadet edilen yerlere denir. Kur'an ve sünnette cami, mescit kavramı ile ifade edilmiştir. Mescid ise; secde edilen yer demektir.

Camilerin asıl fonksiyonu mabet oluşudur. Camiler, Allah-ü Teala'nın anıldığı, birlik ve beraberlik içerisinde Allah-ü Teala'ya ibadet edilen yerlerdir. Camiler, aynı zamanda ruhları birleştiren, maneviyatı sağlamlaştıran, birlik ve beraberliğe katkı sağlayan mekanlardır. Camilerde zengin-fakir ayrımı, amir-memur,işçi-işveren ayrımı yoktur. Aynı safta, omuz omuza bir araya gelen insanlar kendilerinde bulunan sıfatları bir tarafa bırakarak aynı Rabb'e yönelmek, aynı kıbleye doğru bir duruş sergilemek üzere camide bir araya gelirler. Bu birliktelik gönüllere ferahlık verir. Sevgi ve saygı oluşur. Sıkıntılar çözümlenir. İnsanlar birbiriyle irtibatı koparmaz. Yardıma muhtaç olanlar tespit edilir. Sıkıntı içerisinde olanların sıkıntısı giderilir. Camiler, Kabe-i Muazzama'nın (Beytullah) birer şubesidir.

Yüce Rabbimiz şöyle buyurur: 'Allah'ın mescitlerini, ancak Allah'a ve ahiret gününe inanan, namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve Allah'tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte onların doğru yolu bulanlardan olmaları umulur. ' (Tevbe 18) Mescid/ cami imar edenler övülmektedir. Cami ve mescitlerin harap olması için çalışanlar ise zalim insanlar olarak değerlendirilmektedir. Kur'an-ı Kerim'de bu husus şöyle ifade edilmektedir: 'Allah'ın mescitlerinde O'nun adının anılmasını yasak eden ve onların yıkılması için çalışandan kim daha zalimdir. Böyleleri oralara (eğer girerlerse) ancak korka korka girebilmelidirler. Bunlar için dünyada rezillik, ahiret de büyük bir azap vardır.' ( Bakara 114)

Camiler müslümanlık nişanıdır. Her nerede görülürse görülsün orada Müslüman insanların yaşadığı hemen anlaşılır. Camiler aynı zamanda birer eğitim yuvalarıdır. Cuma vaazlarıyla, okunan hutbeler ile fert hayatını ilgilendiren konulara yer verilmektedir. Mü'minlere her türlü kötülüklerden uzak durmalarının yanında; her türlü iyilik ve güzellikler, insan sevgisi, vatan,bayrak,ezan, Kur'an sevgisi, ana-babaya saygı, büyüklere hürmet, küçüklere sevgi vaaz ve hutbelerde dile getirilmektedir.

Camilerde hizmetler, cami görevlilerimiz tarafından devam ettirilmektedir. Camilerimizde imam hatipler ve müezzin-kayyımlar cemaate gerekli bilgilerin aktarılmasında yardımcı olmaktadır.

İmam olarak ilk vazifeyi icra eden sevgili Peygamberimizdir. Biz mihrabı,minberi Peygamberimizden emanet olarak almış görevlileriz. Bu görevin sorumluluğunu yerine getirmenin çabası içindeyiz. Yüce Rabbimize sonsuz kez hamdediyoruz. İslam'da ilk müezzin Hz. Bilal-i Habeşi (r.a)' dır. O'nun mirası günümüzde müezzin-kayyımlara geçmiştir. Bu miras en değerli bir hazinedir.

Camide, cami görevlilerimizden başka, cemaate doğru bilgiler aktaran müftülerimiz,vaizlerimiz ve Diyanet İşleri Başkanlığımıza bağlı görevlilerimizde bulunmaktadır. Kürsüden halkımıza dinimizin iman, ibadet ve ahlak ile ilgili genel prensiplerin en doğru bir şekilde aktarılması, günlük hayatta karşılaşılabilen sıkıntılar İslam ışığında aydınlatılmaktadır. Ayrıca manevi değerlerin yanı sıra milli değerlerimizde halkımıza aktarılmakta, milli ve manevi değerlere bağlı, vatanını ve milletini seven bireyler yetiştirilmesi için çaba gösterilmektedir.

GÜNÜN DUASI

'Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazını dosdoğru kılanlardan eyle! Ey Rabbimiz! Duamı kabul et!' (İbrahim, 14/40)

Duaların kabul olması için ön şartlar var mıdır?
Duanın kabul edilmesi için şu hususlara riayet edilmesi istenmiştir:
a) Duadan önce tövbe ve istiğfar edilmelidir. Günah işleyen, haramlardan uzak durmayan bir kulun duası kabul edilmeye layık değildir. Hz. Peygamberin (s.a.s.) şu hadisi çok dikkat çekicidir: 'Allah yolunda seferler yapmış, üstü başı tozlanmış bir adam ellerini semaya kaldırarak, 'Ya Rabbi, Ya Rabbi' diye yalvarıyor. Oysa yediği haram, içtiği haram, giydiği haram, gıdası haramdır. Böyle birisinin duası nasıl kabul olur?' (Müslim, Zekat, 65; Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'an, 3)
b) Duaya Allah'a hamd, Peygambere salat-ü selam ile başlanmalı; yine salat-ü selam ve Allah'a hamd ile bitirilmelidir. Fudale b. Ubeyd'den (r.a.) rivayete göre o, şöyle demiştir: 'Resûlullah (s.a.s.), mescidde oturmakta iken bir adam geldi, namaz kıldı, sonra şöyle dua etti: Allah'ım beni bağışla, bana acı. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.s.), 'Ey namaz kılan, acele ettin, namaz kılıp oturduğun vakit Allah'a layık olduğu şekilde hamd et, sonra bana salat ve selam et, sonra da yapacağın duayı yap.' Bundan sonra başka biri namaz kıldı. Namazdan sonra Allah'a hamd etti ve Peygambere salat ve selam getirdi. Başka bir şey yapmadı. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.s.), o kimseye: 'Ey namaz kılan kimse! Dua et, duan kabul edilsin.' dedi.' (Tirmizî, Deavat, 66; Nesaî, Sehv, 48)
c) Dua içten, tevazu ile ve yalvararak yapılmalıdır. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır: 'Rabbinize yalvara yalvara ve için için dua edin. Çünkü o, haddi aşanları sevmez.' (A'raf, 7/55)
d) Israrla dua edilmelidir. Bir mümin, ettiği duanın kabul edilmesi hususunda aceleci olmamalıdır. Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır: 'Sizden herhangi biriniz 'dua ettim de kabul olunmadı' diyerek acele etmediği sürece duası kabul olunur.' (Tirmizî, Deavat, 12)
e) Umut ve korku içinde dua edilmelidir. Kur'an'da şöyle buyurulmaktadır: 'Onlar gerçekten hayır işlerinde yarışırlar, (rahmetimizi) umarak ve (azabımızdan) korkarak bize dua ederlerdi. Onlar bize derin saygı duyan kimselerdi.' (Enbiya, 21/90)
f) Dua ederken zaman seçimine de dikkat edilmelidir. Dua her zaman yapılabilirse de bazı vakitlerde yapılması, duanın daha çabuk kabul edilmesini sağlar. Bu vakitlerden biri de seher vaktidir. Allah Teala, geceleri dua, ibadet ve istiğfar ile meşgul olanları Kur'an-ı Kerim'de övmekte ve şöyle buyurmaktadır: 'Onlar, geceleri az uyurlardı. Seher vakitlerinde bağışlanma dilerlerdi.' (Zariyat, 51/17-18) Hz. Peygambere (s.a.s.), 'Ey Allah'ın Resûlü, hangi dua daha makbuldür? diye sorulunca, 'Gece yarısı ve farz namazlardan sonra yapılan duadır.' cevabını vermiştir.' (Tirmizî, Deavat, 80)