Hayat çoğu zaman başlıklarla ilerler. Büyük kararlar, net cümleler, yüksek sesle söylenen hedefler… Geriye dönüp baktığımızda hatırladıklarımız genellikle bunlardır. Oysa asıl yükü taşıyanlar, satır aralarında kalanlar; kimsenin dönüp bakmadığı o dipnotlardır.
Kısa bir sohbetin sonunda edilip geçilen bir cümle… Ertelenmiş bir kahve, “bir ara görüşürüz” denilip hiç aranmayan bir numara… Günün sonunda fark edilmeyen bir yorgunluk, kimseye anlatılmayan bir kırgınlık… Hayatın akışında önemsiz görülen bu anlar, dipnotlara yazılır ve sessizce birikir.
Dipnotlar bağırmaz. Kendini hatırlatmak için çaba göstermez. Ama zamanla insanın omuzlarında bir ağırlığa dönüşür. “Neden böyle hissediyorum?” diye sorduğumuz anlarda, cevabın büyük kısmı o küçük notların arasında gizlidir. Çünkü insanı asıl yoran, büyük felaketler değil; görmezden gelinen, ertelenen duygulardır.
Birçok şeyi sürekli “sonra”ya bırakmak da bu dipnotların çoğalmasına neden olur. Sonra söylenecek sözler, sonra yapılacak yüzleşmeler, sonra kurulacak cümleler… Zaman ilerler ama o “sonra” bir türlü gelmez. Hayat başlıklarıyla devam ederken, dipnotlar arka sayfalarda birikir.
İlk bakışta önemsiz görünen bu notlar, hayat yavaşladığında ortaya çıkar. Sessizlik arttığında, tempo düştüğünde… Sebepsiz gibi duran bir huzursuzlukta, açıklanamayan bir yorgunlukta kendini hatırlatır. Çünkü zihin yarım kalanları unutmaz.
Hayat yalnızca büyük kararlar ve belirgin dönüm noktalarından ibaret değildir. Asıl şekillendirici olan, fark edilmeden biriken bu küçük ayrıntılardır. Ama bu, onların değiştirilemez olduğu anlamına gelmez. Dipnotlarda kalanlara dönüp bakmak, insanın kendine yeni bir alan açmasıdır. Bazen bir cümleyi tamamlamak, bazen ertelenen bir duyguyu kabul etmek yeterlidir. Çünkü fark edilen her küçük detay, yük olmaktan çıkar; insanı hafifleten bir adıma dönüşür.