Toplumların ahlaki dokusu, toplumu oluşturan kişilerin birbirleriyle kurduğu samimi ve sorumluluk bilinciyle şekillenmiş ilişkilere dayanır. Bu ilişkiler arasında en güçlü olanlardan biri, İslam’ın büyük önem atfettiği kardeşlik hukuku ve sıla-i rahim, yani akrabalık bağlarını gözetme yükümlülüğüdür. Modern bireysel yaşam, bu iki değeri arka plana atsa da Kur’an ve sünnet bu kavramları, sosyal dayanışmanın temel direkleri olarak tanımlamaktadır. Zira Müslüman, mensubu olduğu toplumun bir ferdi olarak da sorumluluk taşır ve İslam, insan ve toplum tasavvurunu bu çerçevede inşa eder. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur:
“Şüphesiz müminler ancak kardeştir. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin” (Hucurât 49/10).
Bu ayet, müminler arasındaki ilişkiyi sadece dostluk değil, gerçek anlamda bir kardeşlik olarak tanımlar. Aynı bedeni paylaşan kardeşler arasında nasıl bir sevgi, koruma ve dayanışma varsa, müminler arasında da benzeri bir hukuk söz konusudur. Bu kardeşlik, sadece selam vermek ya da ihtiyaç anında yardım etmekle sınırlı değil; aynı zamanda kırgınlıkların giderilmesi, zulme engel olunması ve hayırda ortaklık gibi derin bir toplumsal sorumluluğu içerir. Kardeşlik, toplumda huzurun ve güvenin tesisi için vazgeçilmez bir ilkedir. Dolayısıyla bu ilkenin ihmal edilmesi, toplumsal çözülmenin başlangıcı anlamına gelir.
Rasûlullah (s.a.v.), bu kardeşliği somutlaştıran bir örnekle şöyle buyurmuştur:
“Müslüman, Müslüman’ın kardeşidir; ona zulmetmez, onu yardımsız bırakmaz…” (Buhârî, Mezâlim, 3).
Bu hadiste, kardeşliğin pasif bir hissiyat değil, aktif bir yükümlülük olduğu vurgulanmaktadır. Zulüm karşısında sessiz kalan veya yardıma ihtiyacı olan kardeşini görmezden gelen bir mümin, bu kardeşlik hukukunu ihlal etmiş olur. Kardeşlik, yalnızca bir söylem değil, fiiliyata dökülmesi gereken bir sorumluluktur. Kimi zaman bir acıyı paylaşmak, kimi zaman da bir haksızlığı engellemek suretiyle bu sorumluluk yerine getirilmelidir.
Öte yandan, kardeşlik yalnızca iman bağıyla sınırlı değildir; kan bağı ile bağlı olunan akrabalık ilişkileri de İslam’da büyük bir öneme sahiptir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“…Allah’a ve ahiret gününe inanan kimse, akrabalık bağlarını gözetip korusun” (Buhârî, Edeb, 85).
Bu hadisten hareketle, sıla-i rahim yalnızca bireysel bir fazilet değil, imanla doğrudan bağlantılı bir sorumluluk olarak değerlendirilmelidir. Akraba ziyareti, ihtiyaç sahiplerine destek, kırgınlıkların giderilmesi ve aile içi dayanışmanın sürdürülmesi gibi davranışlar, sıla-i rahimin pratik yansımaları arasında yer almaktadır.
“Sıla-i rahim yapan, akrabasından gördüğü iyiliğe iyilikle karşılık veren kimse değil, akrabası kendisine iyiliği kestiğinde dahi onlara iyilik yapandır” (Buhârî, Edeb, 15).
Bu hadis, sıla-i rahimin sadece karşılıklı görüşme değil, ahlaki bir sorumluluk olduğunu öğretir. Ziyarete gelmeyene gitmek, ilgilenmeyene ilgi göstermek; İslam ahlâkına göre üstün bir davranıştır. Aile bağları, sadece bayramlarda hatırlanacak değil, her zaman diri tutulacak bir emanet olarak görülmüştür. Modern şehir yaşamında, akraba ziyaretleri unutulmuş, nesiller arasında iletişim zayıflamıştır. Bu durum bütün toplumu olumsuz yönde etkilemektedir. Oysa sıla-i rahim, sadece dünyevî huzura değil, aynı zamanda uhrevî mükâfata da vesile olan bir ibadettir.
Hem kardeşlik hukuku hem de sıla-i rahim, bireysel huzurun ve toplumsal barışın temel taşlarındandır. Bunlar, sadece manevî değerler değil; aynı zamanda toplumu ayakta tutan sosyal ilkeler olarak değerlendirilmelidir. Bugün bireyciliğin getirdiği yalnızlık ve yabancılaşmaya karşı, İslam’ın bu iki çağrısı hâlâ en etkili ilaçlardan biridir. Toplumsal yapının korunması, insanların birbirine karşı duyarlılığı ve ahlaki sorumluluğu ile mümkündür. Bu sorumluluk bilincini canlı tutmak, yalnızca dini bir ödev değil, aynı zamanda insani bir erdemdir…
Merve ÇELİK
Vaiz